Facebook Takip edebilirsiniz

31 Temmuz 2011 Pazar

YENİ TİCARET KANUNU UYGULAMA TAKVİMİ







http://yildirimercan.blogspot.com/

YENİ TİCARET KANUNU UYGULAMA TAKVİMİ

.
YENİ TTK’NIN YÜRÜRLÜLÜK VE UYGULAMA TARİHİ
Yeni Türk Ticaret Kanunu genel olarak 01/07/2012’de yürürlüğe girecektir.

.
Ancak; Türkiye Denetim Standartlarının belirlenmesi ve denetçilerin denetimi ile ilgili yönetmeliklerin hazırlanmasına yönelik Geçici 2 ve 3’ncü Maddesi Yasanın yayım tarihi olan 14/02/2011,

.
Her sermaye şirketine bir internet sitesi açma veya internet sitesi zaten mevcutsa, internet sitesinde yayımlanması zorunlu hükümleri düzenleyen 1524’ncü maddesi 01/07/2013,

.
Gerçek ile tüzel kişi tacirlerin Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarının (IFRS) özdeşi olan Türkiye Muhasebe Standartları’na (TMS) tabi olmasını öngören finansal raporlamaya ilişkin düzenlemeler olup, bu düzenlemeler 01/01/2013 tarihinden itibaren yürürlüğe girecektir.

.
YENİ TTK’DA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN TARİHLER
Gerek Yeni TTK’da gerekse 6103 Sayılı Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğe ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’da belirtilen hükümler kapsamında dikkat edilmesi gereken tarihler şöyledir.

.

1 Ocak 2012
Bir önceki soru cevabında belirtildiği üzere, 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren tüm şirketler artık finansal tablolarını Türk Muhasebe Standartları’na göre hazırlamak zorunda olacaklardır.

.
Ancak TMS’ye göre mali tabloların karşılaştırmalı olarak hazırlanması gerekmektedir. Bu sebeple 31.12.2013 tarihi itibariyle hazırlanacak mali tablolar 31.12.2012 tarihli mali tablolar ile karşılaştırmalı olarak sunulacaktır. Ayrıca 2013 yılı muhasebe açılış kaydının TMS’ye uygun yapılması da diğer bir zorunluluktur. Bu sebeple ilgili tüm kesimler 1 Ocak 2012 tarihine kadar TMS’nın uygulamasına yönelik hazırlıklarını tamamlamaları yararlı olacaktır.

.
1 Temmuz 2012
6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun yürürlüğe girmesi. (Madde 1534)

.
14 Ağustos 2012
Anonim Şirketler ve limited şirketler ana sözleşmelerini bu tarihe kadar yeni Türk Ticaret Kanunu ile uyumlu hale getireceklerdir. (6103 Madde 22)

.
1 Ocak 2013
Bu tarihten itibaren muhasebe kayıtları ve finansal tabloların TMS / TFRS’ye göre düzenlenmesi gerekecektir. (Madde 1534/3)
1 Mart 2013
Bağımsız denetçi seçilmesi için son tarihtir. Atama yapmayan şirketlere mahkemece atama yapılacaktır. (Geçici Madde 6/3)
1 Temmuz 2013.
Sermaye şirketleri için internet sayfalarının hazırlanması ve yayınlanması için son tarih. Bu tarihten itibaren üç ay içinde internet sitesi kurma zorunluluğunu yerine getirmeyenler için ise çeşitli hapis cezaları öngörülmektedir. (Madde 1534/1)

.
14 Şubat 2014
Anonim ve limited şirketler, Türk Ticaret Kanununun yayımı tarihinden itibaren üç yıl içinde yani 14 Şubat 2014 tarihine kadar sermayelerini, Kanunun 332 ve 580 inci maddelerinde öngörülen tutarlara yükseltmek zorundadırlar. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bu süreyi birer yıl olarak en çok iki defa uzatabilecektir. (6103 Madde 20)

http://www.dengeymm.com.tr/userfiles/File/yeni%20ticaret%20Kanunu%20uygulama%20takvimi%282%29.pdf

30 Temmuz 2011 Cumartesi

SİPARİŞ FORMU VEYA SİPARİŞ MEKTUBUNUN DAMGA VERGİSİNE TABİ OLUP OLMADIĞI



Günümüzde ticari hayat içinde, işletmeler “sipariş formu” veya “sipariş mektubu” adı altında düzenledikleri belgeleri imzalayıp kaşeledikten sonra satıcılara göndererek satın alacakları malları talep etmektedirler. Söz konusu formda malı satın alacak olanın bilgileri ile satın alınacak malın cinsi, miktarı, tutarına ve diğer özelliklerine yer verilmektedir.

.

Sipariş formu veya sipariş mektubunun hangi hallerde damga vergisine tabi tutulması

gerektiği aşağıda açıklanmıştır.

.

Bir kağıdın damga vergisinin konusuna girmesi için;

- Üzerinde imza veya imza yerine geçen bir işaretin bulunması,

- Herhangi bir hususu ispat veya belli etmesi,

- Damga Vergisi Kanunu’na ekli (1) sayılı tabloda sayılan belgelerden olması gerekir.

.

(1) sayılı tabloda vergiye tabi kağıtların sadece isimleri sayılırken, Damga Vergisi

Kanununun 4 üncü maddesinde;

.

Bir kağıdın tabi olacağı verginin tayini için o kağıdın mahiyetine bakılır ve buna göre

tabloda yazılı vergisi bulunur.

.

Kağıtların mahiyetlerinin tayininde, şekli kanunlarda belirtilmiş olanlarda kanunlardaki

adlarına, belirtilmemiş olanlarda üzerlerindeki yazının tazammun ettiği hüküm ve manaya bakılır.

Mahiyeti tayin edilmek istenen kağıt üzerinde başka bir kağıda atıf yapılmışsa, atıf yapılan kağıdın hükümlerine nazaran iktisap ettiği mahiyete göre vergi alınır.”

Hükmüne yer verilmiştir.

.

Kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere, bir kağıdın damga vergisini belirleyebilmek için öncelikli olarak kağıdın mahiyetine bakılır. Burada kağıdın üzerinde taşıdığı isim değil, kağıdın içerdiği anlam önem arz etmektedir.

.

Sipariş formu veya sipariş mektubu adı ile düzenlenen bir kağıt, alıcı ve satıcının imzasını taşıyorsa, formda veya mektupta yazılı siparişe konu mallar için karşılıklı bir sözleşme düzenlenmiş demektir. Siparişe konu edilen malların bedeli üzerinden binde 8,25 oranında damga vergisi hesaplanarak ödenmesi gerekir. Damga vergisinin tamamının ödenmesinden alıcı ve satıcının her ikisi de sorumludur.

.

Sipariş formu veya sipariş mektubu sadece alıcı tarafından imzalanıp satıcıya

gönderilmesi halinde, satıcı tarafından imzalanmadığı sürece damga vergisi

doğmayacaktır.

Ş.A. Yeminli Mali Müşavirlik A.Ş.



T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
Antalya Vergi Dairesi Başkanlığı
Diğer Vergiler ve Anlaşmalar Uygulama Müdürlüğü


SAYI : B.07.1.GİB.4.07.16.02/DH:2008-117/

KONU : Araç satışlarında faturadan önce düzenlenen sipariş formlarının damga vergisine tabi olup olmadığı
İLGİ : ............ tarih ve sayılı yazı.- .....Malmüdürlüğü'nün ...... vergi kimlik numaralı mükellefi ....... Ltd. Şti.'nin (....) iş yeri adresinde yapılan denetim sonucunda, ......tarihli ve ......seri-sıra nolu tutanakların düzenlendiği,


.
- Tutanaklarda, şirketin araç satışlarında fatura düzenlemeden önce sipariş formlarını düzenlediği ( 0 ve 2.inci el araçlar için ayrı ayrı ), ancak bu formlarla ilgili olarak damga vergisi ödenmediği,
belirtilerek, söz konusu sipariş formlarının damga vergisine tabi olup olmayacağı ile damga vergisine tabi ise hangi oranda damga vergisi alınacağı konusunda özelge talep edilmiştir.Konu ile ilgili olarak Gelir İdaresi Başkanlığından alınan ..... tarih ve ..... sayılı yazıda;
“Bilindiği üzere, 488 sayılı Damga Vergisi Kanununun 1'inci maddesinde, bu Kanuna ekli (1) sayılı tabloda yazılı kağıtların damga vergisine tabi olacağı; 4'üncü maddesinde, bir kağıdın tabi olacağı verginin tayini için o kağıdın mahiyetine bakılacağı ve buna göre tabloda yazılı vergisinin bulunacağı, kağıtların mahiyetlerinin tayininde, şekli kanunlarda belirtilmiş olanlarda kanunlardaki adlarına, belirtilmemiş olanlarda üzerlerindeki yazının tazammun ettiği hüküm ve manaya bakılacağı; 10'uncu maddesinde, damga vergisinin nispi veya maktu olarak alınacağı, nispi vergide, kağıtların nevi ve mahiyetlerine göre, bu kağıtlarda yazılı belli paranın, maktu vergide kağıtların mahiyetlerinin esas olduğu, belli para teriminin kağıtların ihtiva ettiği veya bunlarda yazılı rakamların hasıl edeceği parayı ifade edeceği hükme bağlanmıştır.

Aynı Kanuna ekli (1) sayılı tablonun “Akitlerle ilgili kağıtlar” başlıklı bölümünün A/1'inci fıkrasında, belli parayı ihtiva eden mukavelenamelerin binde 7,5 nispetinde damga vergisine tabi tutulacağı hükmüne yer verilmiştir.
Öte yandan, Borçlar Kanununun 1'inci maddesinde akdin inikadı “iki taraflı karşılıklı ve birbirine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde akid tamam olur. Rızanın beyanı sarih olabileceği gibi zımmi dahi olabilir” şeklinde tanımlanmıştır.

Buna göre, bir akdin oluşması için bir tarafın icapta (teklif) bulunması diğer tarafın ise, bu teklifi kabul etmesi gerekmektedir. İcap ve kabulün yazılı olarak yapılması ve bir kağıtta birleşmesi halinde bu kağıt mukavelenamedir. İcap'ın tek taraflı ve yazılı bir şekilde yapılması halinde bu kağıda teklifname, kabulün ayrı bir kağıtta yapılması halinde de bu kağıda ticari hayatta “akti mutazammın siparişi kabul mektubu” diğer hallerde ise “mukavelename yerine kaim mektup” denir.

İlgide kayıtlı yazınız ekinde yer alan Sipariş Formlarının incelenmesinden, alıcı ve satıcının imzalarının bulunduğu, karşılıklı edimlere yer verildiği, belli ve hesap edilebilir bir tutarın yer aldığı, mahiyeti itibariyle bir sözleşme olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca söz konusu kağıtta yer alan “Alıcı bu sözleşmede yer alan bilgilerin tümünün eksiksiz olarak doldurduğumu, ibraz ettiği belgelerin doğru ve eksiksiz olduğunu, arka yüzünde yer alan sözleşmeyi okuduktan sonra imzaladığını kabul, beyan ve taahhüt eder.” ifadesinden de anlaşılacağı gibi kağıdın sözleşme olduğu teyid edilmektedir.

Bu çerçevede, yukarıda açıklanan Kanun hükümleri ve yapılan açıklamalara göre, söz konusu Sipariş Formlarının, sözleşme olarak değerlendirilerek 488 sayılı Kanuna ekli (1) sayılı tablonun “I.Akitlerle ilgili kağıtlar” başlıklı bölümünün A/1 fıkrasına göre binde 7,5 nispetinde damga vergisine tabi tutulması gerekmektedir.”
denilmektedir.

Bilgi edinilmesini rica ederim.


kaynak: http://yildirimercan.blogspot.com/

İktisadi kıymetlerde maliyete eklenen giderlerin itfa süresi nasılhesaplanır?



İktisadi kıymetlerde maliyete eklenen giderlerin itfa süresi nasıl hesaplanır?



Gayrimenkullerde maliyet bedelini artıran giderler nitelik olarak iki farklı grupta düşünülebilir. Bunların bir kısmı gayrimenkulun kullanım ömrünü artırıcı özellik taşırken bir kısmı da işlevini ve yararını artırıcı özellik taşımaktadır. Bu ayrım, amortisman uygulaması açısından önem arz etmektedir. Gayrimenkulun ömrünü uzatmayan fakat mevcut kullanım ömrü süresince onun işlev ve yararını artırdığı için maliyet bedeli içinde yer alan giderler, yapıldıkları hesap döneminden başlanarak, bedeline dahil oldukları kıymetin kalan amortisman süresi içinde itfa edilirler. Diğer taraftan, yapılan gider gayrimenkulun kullanım ömrünü artırıcı bir gider ise, asıl gayrimenkulun amortisman uygulama süresine eşit bir sürede fakat aktifleştirildikleri yıldan başlanarak itfa edilirler.

.

İlgili maddede geçen gayrimenkulun iktisadi kıymetinin devamlı olarak artırılması kavramı üzerinde farklı yorumlar mevcuttur. Örneğin bir binanın kapı, pencere, döşeme, çatı, sıhhi tesisat gibi bölümlerinin binada önemli bir kalite artışı sağlamayacak şekilde komple veya tedricen yenilenmesi işleminin doğrudan gider yazılabileceğine ilişkin görüşler mevcut iken özellikle yenileme masraflarının yüksek tutarlara ulaştığı durumlarda, Hazine yanlısı yorumlara ve tenkitlere açık olabileceği gözardı edilmemelidir. Nitekim Ekim’2004 tarihli bir özelgede şirket merkez fabrika çatısının değiştirilerek yenilenmesi maksadı ile yapmış olduğu harcama doğrudan doğruya gider kaydedilemeyecek olup bu giderin maliyet bedeline eklenerek, binanın kalan ömrü üzerinden amortismana tabi tutulması gerektiği belirtilmiştir.

.

Konuyla ilgili bir başka nokta ise binaya daha önce var olmayan, kalorifer, umumi klima, asansör, havalandırma, yangın alarm tertibatı, güneşle ısıtma sistemi vb tesisatların sonradan eklenmesidir. Konuyla ilgili Danıştay’ın istikrar kazanmış kararlarına göre binaya sonradan ilave edilen bu gibi kıymetlerin, tesisat olarak ayrıca amortismana tabi tutulması yönündedir.

.

Bir kamyonun ilk iktisabında bulunmayan kasasının ilave edilmesi halinde, sonradan ilave edilen bu parça değer artırıcı bir gider olarak amortismana tabi tutulur. Kamyon kasasının, kamyonun iktisabından iki yıl sonra ekletilmesi halinde, kasanın bedeli kamyonun kalan itfa süresi içinde yok edilecektir.

.

yildirimercan.blogspot.com/

Kasaplık hayvan ithalatında vergi indirimi Kasaplık hayvan ithalatında gümrük vergisi, yüzde 30'dan yüzde 15'e indirildi



 

 

 

 Kasaplık hayvan ithalatında vergi indirimi    Kasaplık hayvan ithalatında gümrük vergisi, yüzde 30'dan yüzde 15'e indirildi


 

 



















2011/2042 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile, AB, EFTA, Bosna Hersek ve Diğer Ülkeler grubundaki ülkelerden yapılacak sığır eti ithalatları için alınacak gümrük vergisi oranı 29.07.2011 tarihinden itibaren % 15 olarak değiştirilmiştir.Karara göre, canlı sığır ithalatlarında alınacak gümrük vergisi oranları aşağıdaki tabloda yer almaktadır.




























G.T.İ.P.


MADDE İSMİ



GÜMRÜK VERGİSİ ORANI %



AB,EFTA



B-HER.



D.Ü.


0102.90.71.00.00Kasaplık olanlar

15



15



15




 

 

Kasaplık hayvan ithalatında gümrük vergisinindüşürülmesine ilişkin İthalat Rejimi Kararı’nda değişiklik yapan bakanlar kurulu kararı, Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Et fiyatlarındakiartışı dengelemek amacıyla, kasaplık hayvan ithalatında gümrük vergisi oranı, geçen yıl önce yüzde 40’a, daha sonra yüzde 30’a düşürülmüştü. Ancak, ihracatçı ülkelerdeki fiyat artışları ve dolar kurundaki artış nedeniyle, ithalat maliyetini düşürmek ve ramazan öncesi et fiyatlarında spekülasyon yapılmasını önlemek amacıyla, kasaplık hayvan ithalatındaki gümrük vergisi bugün yüzde 15’e çekildi.

Yine et fiyatlarındaki spekülasyonu önlemek ve ithal maliyetini düşürmek amacıyla, et ithalatındaki referans fiyat, bu ay içinde, kg başına 5 dolardan 3,5 dolara indirilmişti. Aynı gerekçelerle, et ithalatındaki gümrük vergisi, geçen yıl önce yüzde 30’a indirilmiş, ardından yüzde 45’e çıkarılmış, bu yıl da yüzde 60’a, Temmuz ayı başında yüzde 75’e yükseltilmişti. Et ve Balık Kurumu (EBK) da, et satışfiyatlarını dengelemek amacıyla, 1Ağustos’ta 10 bin 500 ton kasaplık hayvan ithalatı için ihale yapacak. EBK, kasaplık hayvanları, tarife kontenjanı kapsamında sıfır gümrük ile ithal edecek.

EBK, kasaplık hayvanı kilosu 13 liradan alırken, serbest piyasada alım fiyatının 15 liraya yükseldiği belirtiliyor. Bu nedenle besiciler, EBK yerine özel sektöre hayvan vermeyi tercih ediyor. EBK, hayvan alımını garanti etmek amacıyla, sözleşmeli besicilik uygulaması başlattı. Sözleşme yapıp hayvanını EBK’da kestiren besicilere, kg başına 20 kuruş fark verilecek. Erken veya geç kesimde 5 kuruş, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında yapılan kesime 10 kuruş ilave bedel ödenmesi öngörülüyor. Böylece, yerli besici kg başına 35 kuruş fark alabilecek.

EBK, ET VE HAYVAN İTHALATI İLE BÜYÜDÜ


Diğer taraftan, et fiyatlarına müdahale amacıyla ithalatla görevlendirilen EBK, et ve canlı hayvan ithalatı, yurtiçisatışlarının artırılması dolayısıyla, cirosunu sürekli yükseltti ve Türkiye’nin sayılı sanayi kuruluşları arasına geldi. EBK’nın internet sitesinde yer alan duyuruya göre, İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) ekonomik performansı ölçmeye yönelik 1968 yılından beri yaptığı Türkiye’nin Büyük Sanayi Kuruluşları değerlendirmesinde 2008 yılında 749. sırada olan EBK, 2009 yılında 239. sıraya, 2010 yılında ise 140. sıraya yükseldi. Kurum, 3 yılda, büyüklük sıralamasında 609 basamak birden ilerledi. Ayrıca EBK, kamu kuruluşları içerisinde 2009 yılında 11. sırada iken, 2010 yılında 9. sıraya çıktı. Faaliyet raporuna göre, EBK, 2009 yılında 219,3 milyon lira olan satışlarını, 2010’da yüzde 119 artarak, 481,3 milyon liraya çıktı. 2009’da satışlar nedeniyle 12,9 milyon lira zarar eden kurum, geçen yıl 16,3 milyon lira kar elde etti. Ancak kurum faaliyetleri nedeniyle zarar eden EBK, 2009’da 28,6 milyon lira olan dönem zararını, geçen yıl 9,3 milyon liraya düşürdü.

www.posta.com.tr/

Emlak vergisi tebliği (2)






Emlak vergisi tebliği (2)



Maliye Bakanlığı’nın “57 Seri No.lu Emlâk Vergisi Kanunu Genel Tebliği”nden bahsetmiş bugün devam edeceğini yazmıştık.

Tebliğin ilgili bölümüne geçmeden önce, Maliye Bakanlığı’nın bu tebliği yayımlamasıyla başta vatandaş olmak üzere, biz meslek mensuplarını da rahatlattığını söylemek gerekir.

Konuyu şöyle açıklamaya çalışalım:

Dünyada hiçbir meslekte bütün kanunları bileceksin diye bir anlayış yoktur. Ancak ülkemizde biz meslektaşlar bu kapsam dışında tutulmuşuzdur. Başka bir anlatımla, halkımızda meslektaşlarımın hepsi her çıkan kanunu bilmek zorundalarmış gibi bir anlayış vardır.

Bu nedenle, doğal olarak emlak vergisi beyannamesini de meslektaşlarımız hazırlar ve bir şekilde ilgili belediyeye gönderirler. İşte bizim için sorunlar burada başlar. Belediyedeki görevliler beyanname ekinde birçok belge ister, belgeleri getirirsin, bu sefer de bir önceki sahibinin emlak, çöp vergisi borcu bulunduğunu söylerler. Ne de olsa belediye, bir önceki mükellefi kaçırmış ancak yenisini yakalamıştır. Öde, yoksa beyannameni almam tavır, davranış ve eylemi başlar.

İşte bu tavır, davranış ve eylemlere Maliye Bakanlığı bu tebliğ ile son veriyor. Çıkartanların ellerine sağlık...

Şimdi tebliğe devam edelim:

Özürlüler ait uygulama;

Ülkemizin sosyo-ekonomik şartları gereği Bakanlar Kurulu kanundan aldığı yetki çerçevesinde; "... kendisine bakmakla mükellef kimsesi olup onsekiz yaşını doldurmamış olanlar hariç olmak üzere hiçbir geliri olmadığını belgeleyenlerin, gelirleri münhasıran kanunla kurulan sosyal güvenlik kurumlarından aldıkları aylıktan ibaret bulunanların, gazilerin, özürlülerin, şehitlerin dul ve yetimlerinin Türkiye sınırları içinde brüt 200 m2'yi geçmeyen tek meskeni olması (intifa hakkına sahip olunması hali dâhil) halinde, bu meskenlerine ait vergi oranlarını sıfıra kadar indirmeye yetkilidir.” der ve devamında; “Geliri olmadığını belgelemenin usul ve esaslarını belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir." hükmü yer alır.

Özürlüler, özürlü kimlik kartı ile sıfır vergiden yararlanabilecekler.

İşte bu yetkiye dayanarak bundan böyle; özürlülerin bina vergisi sıfır uygulamasından yararlanabilmeleri için; bu durumlarını tam teşekküllü Devlet hastanesinden alınmış olan sağlık kurulu raporu ile belgelendirmeleri veya özürlü kimlik kartı sahibi mükellefler, özürlü kimlik kartlarını belediyede ilgili görevliye ibraz etmek ve "Tek Meskeni Olan (İntifa Hakkına Sahip olanlar Dâhil) Özürlülere Ait İndirimli Bina Vergisi Formu" ekine özürlü kimlik kartı fotokopisini eklemek suretiyle indirimli bina vergisi oranı (sıfır) uygulamasından yararlandırılacaklardır.

Özürlü kimlik kartı sahibi olmayan mükellefler, sağlık kurulu raporunun aslını veya onaylı örneğini belediye görevlisine ibraz etmek ve "Tek Meskeni Olan (İntifa Hakkına Sahip Olanlar Dâhil) Özürlülere Ait İndirimli Bina Vergisi Formu" ekine raporun fotokopisini eklemek suretiyle bu vergi indiriminden faydalanacaklardır.

Yine bu tebliğde, özürlü kimlik kartı veya sağlık kurulu raporu fotokopisinin her yıl yeniden verilmeyeceği belirtilmektedir.

Ayrıca, bu tebliğ ile özürlünün herhangi bir gelirinin bulunup bulunmaması ile özür oranı aranılmayacak.

Hiçbir geliri olmayan mükelleflerin indirimli vergi oranından yararlanmaları için "Hiçbir Geliri Olmayanların Tek Meskenlerine Ait Taahhüt Belgesi"ni ilgili belediyeye vermeleri yeterli olup başka bir belge vermeleri istenilmeyecektir.

Engin MALAY

emalay@gazeteyenigun.com.tr

gazeteyenigun.com.tr/

Emlak vergisi tebliği açıklamaları 1 okumak için tıklayınız

Fazla çalışmanın tanık anlatımları ile tespitinde takdiri indirim




 Bilindiği üzere fazla çalışma talepli olarak açılmış davalarda fazla çalışmanın tanık anlatımları ile tespit edilmesi halinde mahkemelerce takdiri indirim uygulanmaktadır.

Fazla çalışma ve genel tatil ücretinden indirimi öngören bir yasal düzenleme olmasa da, fazla çalışma ve genel tatil ücreti alacaklarının uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay'ca son yıllarda hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 23.06.2010 tarih 2008/31220 E. ve 2010/20208 K. sayılı kararı da bu doğrultuda vermiş olduğu kararlar arasında güncel olması nedeniyle dikkat çekicidir.

Karara konu somut olayda, davacı, kıdem, ihbar tazminatı, fazla çalışma ve bayram mesaileri alacağı, yıllık izin ücreti alacağı, katma değer vergisi alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme isteği hüküm altına alarak, davayı kabul etmiş, dosya davalı vekili tarafından temyiz edilerek Yargıtay'ın önüne gelmiştir.

Öncelikle fazla çalışma ve genel tatil ücreti alacaklarının uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay'ca son yıllarda hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır (Yargıtay, 9.HD. 18.7.2008 gün 2007/ 25857 E, 2008/ 20636 K., Yargıtay 9.HD. 28.4.2005 gün 2004/ 24398 E, 2005/ 14779 K. ve Yargıtay 9.HD. 9.12.2004 gün 2004/ 11620 E, 2004/ 27020 K. göre ). Yüksek Mahkeme'ye göre bir işçinin uzun süre ve her gün aynı şekilde günlük çalışma süresinin üzerinde fazla çalışma yapması, uzun süre tüm genel tatillerde çalışması hayatın olağan akışına uygun düşmez. Fazla çalışma ve genel tatil ücretinden indirimi öngören bir yasal düzenleme olmasa da, Yargıtay'ın yapılmasını öngördüğü indirimi çalışma süresinden indirim olarak algılamak gerekir.

Fazla çalışma ve genel tatil ücretinden indirim; takdiri indirim yerine kabul edilen fazla çalışma süresinden indirim olmakla, davacı tarafın kendisini avukat ile temsil ettirmesi durumunda reddedilen kısım için davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekir. Ancak, fazla çalışmanın takdiri delil niteliğindeki tanık anlatımları yerine, yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir.

Yargıtay devamında; somut olayda, mahkemece hükme esas alman bilirkişi raporunda fazla çalışma ve genel tatil ücretleri 01.07.2000 - 08.05.2006 tarihleri arasındaki çalışma süresi için tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplama yapıldığını, hesaplama tamamen tanık beyanlarına dayanmış olmakla hesaplanan fazla çalışma ve genel tatil ücretinden indirime gidilmesi gerekirken tamamının hüküm altına alınmasının hatalı olduğundan bahisle dosyanın bozulmasına karar vermiştir.

Sonuç olarak; bu karar ile, fazla mesainin özellikle yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanılarak ispatlanamaması durumunda salt tanık beyanları ile karara gidilmesi durumunda, nispeten işverenin de korunması sağlanmış olduğundan, uygulamayı ve dolayısı ile kararı yerinde bulduğumuz söylemek yanlış olmayacaktır.

Ali YÜKSEL / YARGITAY KARARLARI

http://www.dunya.com/

Sigortasız çalıştırana para cezası var mı?




İsmini vermek istemeyen bir okurumuz, “1999 yılından buyana bir işyerinde sigortasız çalışıyorum. Çalıştığım kişiler akrabamdı. Sigortanı yapacağız deyip bir türlü yapmadılar. Bu çalışma sürem içerisinde 2009 yılında Bağ-Kur borcumu kendim ödeyerek emekli oldum. Şimdi ise bu işyeriyle ters düştüm ve işi bırakmak zorunda kaldım. Bu iş yerine dava açmak istiyorum. 1999 yılından buyana çalıştığımı şahitlerle ispat edebilirim. Bu davada ne kadar ceza uygulanır?” diyor.

.

Bir işyerinde sigortasız çalıştırılan kişilerin olması oldukça üzücüdür. Sosyal güvenlik hakkı, bir anayasal bir hak olduğu kadar “emek hakkı” ve “kul hakkı”dır. Ama maalesef halen milyonlarca işçi, özellikle küçük işletmelerde sigortasız çalıştırılmaya devam edilmektedir. Prim belgeleri işverenler tarafından SGK’na verilmeyenlerin ya çalışırken SGK kontrol memurları/denetmenleri veya müfettişleri tarafından işyeri kayıtlarından veya fiilen çalışırken tespit edilmesi, ya da dava açmak suretiyle sigortalılıklarını sağlamaları gerekmektedir. Sigortasız çalıştırılan süreler için hizmet tespit davası açılmak suretiyle tespit ettirilmesi mümkündür.

.

Sigorta prim belgeleri işverenleri tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Sosyal Güvenlik Kurumunca fiilen veya iş yeri kayıtlarından tespit edilemeyen, ya da kamu kuruluşları tarafından düzenlenen belge veya bilgilerden çalıştıkları tespit olunamayan sigortalıların hizmet tespit davası açmaları gerekmektedir. Sigortasız çalıştırılan işçilerin hizmetlerinin tespiti maksadıyla mahkemeye başvurmaları için kendilerine tanınan süre beş yıl olarak belirlenmiştir. Bu beş yılık süre, zaman aşımı süresi olmayıp hak düşürücü süredir. Hizmet tespit davasında yetkili mahkeme iş mahkemesi veya iş mahkemesi bulunmayan yerlerde bu davalara iş mahkemesi sıfatıyla bakan asliye hukuk mahkemeleridir.

.

Sigortasız çalıştırılan işçiler, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, sigortasız çalıştırıldıklarını ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları emeklilik hesabında dikkate alınmaktadır. Sigortasız işçi çalıştıranlara uygulanan idari para cezası;

.

1) Sigortalı işe giriş bildirgesinin süresinde verilmediğinin mahkeme kararıyla veya müfettiş/denetmen incelemesiyle yada bankalardan, kamu kurumlarından alınan yazılardan tespit edilen her bir sigortalı için iki asgari ücret tutarında (2 * 837=1.674 TL) idari para cezası uygulanacak.

.

2) Aylık prim ve hizmet belgesinin süresinde verilmediğinin mahkeme kararıyla veya müfettiş/denetmen incelemesiyle yada bankalardan, kamu kurumlarından alınan yazılardan tespiti ve geriye dönük prim ve hizmet belgesi verilmesi halinde her bir ek/asıl aylık prim ve hizmet belgesi için iki asgari ücret tutarında (2 * 837=1.674 TL) idari para cezası uygulanacak. Örneğin bir yıl sigortasız çalıştırıldığı tespit edilirse, 12 ay * 1.674 TL=) 20.088 TL idari para cezası uygulanacaktır.

.

Ayrıca sigortasız işçi çalıştırdığı tespit edilen işyerlerinde bir yıl boyunca beş puanlık prim indiriminden yararlanılamayacağı gibi 6111 sayılı ilave istihdam teşvikinden de bir yıl boyunca yararlanılamayacaktır. Belki de en önemli ceza beş puanlık prim teşvikinden yararlandırılmamadır. Özellikle çok işçi çalıştırılan işyerlerinde beş puanlık indirim kaybı önemli rakamlara ulaşmaktadır.


Doğum borçlanması SSK’ya sayılır mı?

Okurumuz Burak Yılmaz, “Eşim şu an isteğe bağlı sigorta primi ödüyor. Ocak ayında doğum yapacak. Eşim doğum yaptıktan sonra isteğe bağlısını iptal ettirse ve iki sene bekledikten sonra bir yerde çalışmaya başlarsa, bu iki senelik doğum borçlanması primleri 4/a çalışmasına mı, yoksa 4/b çalışmasına mı sayılır?” diyor. Doğum borçlanması, borçlanma yapılan tarihte hangi statüye tabi ise o statüye sayılmaktadır. Eğer isteğe bağlı sigortalı iken borçlanma yaparsanız, 4/b (Bağ-Kur) sigortasına sayılır.

Ancak, isteğe bağlı sigortayı kapattıktan sonra, önce bir işte SSK’lı çalışmaya başlar ve SSK’lı çalışmaya başladıktan sonra doğum borçlanması yaparsa iki senelik doğum borçlanması primleri 4/a (SSK) çalışmasına sayılır. Yani önemli olan borçlanma başvurusu yaptığında 4/a’lı olması.




Resul KURT

info@resulkurt.com

www.yazaroku.com/

İşsizlik maaşının şartları nelerdir?




  .
* Bir ilaç firmasında çalışırken işten çıkartıldım. İşsizlik maaşı alabilir miyim? İşsizlik maaşının şartları neler?


İşsizlik maaşı alabilmeniz için, işten çıktığınız tarihten itibaren geriye dönük 3 yıl içerisinde 600 gün sigortalı çalışmış olmanız, son 120 gün (4 ay eder) kesintisiz sigortanızın yatmış olması ve işveren tarafından işten çıkartılmış olmanız gerekmektedir. Hak kaybına uğramamak için size en yakın İş-Kur'a şahsen müracaat etmelisiniz.

.

* 26.05.1967 doğumluyum. 01.04.1989 Bağ-Kur girişim ve 1130 prim günüm var. 30.12.2004 SSK girişim ve 2350 prim günüm var. Askerliği ödersem kaç gün prim ödemem gerekir ve ne zaman, hangi kurumdan emekli olabilirim? Cemil Cem YAVUZ


SSK'dan emeklilikte önce hangi kurumdan giriş yapılmışsa bu giriş geçerlidir ve yaş-kademe hesaplanırken bu giriş dikkate alınır. Dolayısı ile sizin de Bağ-Kur girişiniz giriş olarak baz alınacaktır. Bağ-Kur girişinize göre SSK'dan 25 yıl, 51 yaş ve 5450 prim gün şartlarına tabisiniz. Bağ-Kur'a askerden sonra başladıysanız, yapacağınız 11 aylık askerlik borçlanması ile 50 yaşa tabi olursunuz. Bu durumda 11 aylık askerlik ödemesi ve diğer hizmetlerinizle beraber toplam 3810 prim gün sayınız olur. 5450 prim gün sayınızın tamamlanması için 1640 gün daha yani 4 yıl, 7 ay daha prim ödemeniz gerekmektedir. Bu durumda prim gün sayınızı tamamlayarak 50 yaşınızın dolacağı 26.05.2017 tarihinde SSK'dan emekli olabilirsiniz.



.* * *

.NE ZAMAN EMEKLİ OLURUM?


* 01.01.1965 doğumluyum. 1987'de 18 ay askerlik yaptım. 1999'da tarım sigortam başladı. Ne zaman emekli olurum? İbrahim TOPÇUL

.
Tarım SSK girişinize göre, 15 yıl, 57 yaş ve 3600 prim gün şartlarına tabisiniz. 18 aylık askerlik ödemeniz halinde 15 yıl, 55 yaş, 3600 prim gün şartlarına tabi olursunuz. Başlangıcınızdan itibaren ara vermeden ödeme yapıyorsanız, askerlikle beraber 2520 gün civarında prim gününüz var demektir. Bu durumda prim gün sayınızın tamamlanması için 6 yıl daha tarım SSK primi ödemeniz gerekmektedir. 01.01.2020 tarihinde tarım SSK'dan emekli olabilirsiniz.

.
ALİ ŞERBETÇİ

.
TAKVİM.COM

6111 Sayılı “Torba Kanun” ve Yeni Yönetmeliğe Göre Kısa ÇalışmaUygulaması ve Kısa Çalışma Ödeneği



6111 Sayılı “Torba Kanun” ve Yeni Yönetmeliğe Göre Kısa Çalışma Uygulaması ve Kısa Çalışma Ödeneği




4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’na göre, sigortalı sayılan kişileri iş sözleşmesine tabi olarak çalıştıran işverenin, genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerini geçici olarak önemli ölçüde azaltması veya işyerinde faaliyeti tamamen veya kısmen geçici olarak durdurması hallerinde “kısa çalışma” uygulamasından söz edilmekte ve bu durumda işçilere bazı şartlarla“kısa çalışma ödeneği” ödenmesi söz konusu olabilmektedir.

I- GİRİŞ

2008 yılının ortalarında başlayan küresel ekonomik kriz, tüm dünyayı etkilerken ülkemizi de “teğet geçmemiş”, derinden etkilemiştir. Özellikle 2008 yılının son çeyreği ve sonrasında yoğunlaşan krizin yıkıcı etkilerini nispeten önlemeye, işletmelere ve çalışanlara destek sağlamaya yönelik öngörülen müesseselerden belki de en önemlisi, kısa çalışma uygulaması olmuştur(1).

Kısa çalışma uygulamasının işletmeler ve işçiler için etkisi son derece olumludur. İşletmeler karşılaştıkları ekonomik zorluklarla nispeten mücadele edebilme şansına sahip olmuşlar, işçiler de işlerini koruyabilmişlerdir. Devletin de bu uygulamadan fayda sağladığını belirtmek gerekir. Zira işçilerin istihdamda kalmaları nedeniyle rekor seviyelere çıkan işsizlik oranının daha da artması önlenmiş, yapılan çalışma karşılığı ödenen ücretlerden vergi ve sigorta primi tahsilâtı nedeniyle gelir elde edilmeye devam edilmiş, işsiz kalmaları halinde bu kişilerin yeniden işe yerleştirilmesi ile ilgili ortaya çıkacak maliyetlerden tasarruf edilmiştir(2).

10 Haziran 2003’de 4857 sayılı İş Kanunu’nun 65. maddesi ile çalışma mevzuatımıza girmiş olan kısa çalışma ve kısa çalışma ödeneği düzenlemesi, 15.05.2008 tarih ve 5763 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile ilga edilmiş, ancak aynı Kanunla 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’na Ek 2. madde olarak ilave edilmiştir. Yani, kısa çalışma maddesi İş Kanunu’ndan İşsizlik Sigortası Kanunu’na göç ettirilmiştir.

Halen 4447 sayılı Kanun’da yer alan kısa çalışma ve kısa çalışma ödeneğine ilişkin Ek md. 2, “Torba Kanun” olarak anılan 6111 sayılı Kanunla değiştirilmiştir. Maddenin son hali şöyledir:

“Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak önemli ölçüde azaltılması veya işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen geçici olarak durdurulması hallerinde, işyerinde üç ayı aşmamak üzere kısa çalışma yapılabilir.

Bu Kanun’a göre sigortalı sayılan kişileri hizmet akdine tabi olarak çalıştıran işveren, kısa çalışma talebini, derhal gerekçeleri ile birlikte Türkiye İş Kurumu’na, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı sendikaya bir yazı ile bildirir. Talebin uygunluğunun belirlenmesine ilişkin usul ve esaslar, ilgili kurum ve kuruluşların da görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.

Kısa çalışma halinde İşsizlik Sigortası Fonu’ndan kısa çalışma ödeneği ödenir. İşçinin kısa çalışma ödeneğine hak kazanabilmesi için, hizmet akdinin feshi hariç işsizlik sigortası hak etme koşullarını yerine getirmesi gerekir.

Günlük kısa çalışma ödeneği; sigortalının son oniki aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının % 60’ıdır. Bu şekilde hesaplanan kısa çalışma ödeneği miktarı, 4857 sayılı Kanun’un 39. maddesine göre 16 yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin brüt tutarının % 150’sini geçemez. Kısa çalışma ödeneğinden yararlananlara ait sigorta primlerinin aktarılması ve sağlık hizmetlerinin sunulmasına ilişkin işlemler 5510 sayılı Kanun’da belirtilen esaslar çerçevesinde yürütülür. Kısa çalışma ödeneği olarak yapılan ödemeler başlangıçta belirlenen işsizlik ödeneği süresinden düşülür.

Zorlayıcı sebeplerle kısa çalışma yapılması halinde, kısa çalışma ödeneği ödemeleri 4857 sayılı Kanun’un 24. maddesinin (III) numaralı bendinde ve aynı Kanun’un 40. maddesinde öngörülen bir haftalık süreden sonra başlar.

Bu maddede yer alan kısa çalışma ödeneğinin süresini altı aya kadar uzatmaya ve işsizlik ödeneğinden mahsup edilip edilmeyeceğini belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.

İşverenin hatalı bilgi ve belge vermesi nedeniyle yapılan fazla ödemeler, yasal faizi ile birlikte işverenden tahsil edilir.”

Konuya ilişkin “Kısa Çalışma ve Kısa Çalışma Ödeneği Hakkında Yönetmelik”(3) yürürlükten kaldırılarak, 30.04.2011 tarihli ve 27920 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve aynı adı taşıyan yeni Yönetmelik yürürlüğe konmuştur.

Bu yazımızda yeni yasal düzenleme ve yeni Yönetmeliğe göre konuyu inceleyeceğiz.

II- KISA ÇALIŞMA YAPILABİLECEK HALLER VE İŞ-KUR’UN UYGUNLUK TESPİTİ

A- KISA ÇALIŞMA YAPILABİLECEK HALLER

Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak önemli ölçüde azaltılması veya işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen geçici olarak durdurulması hallerinde, işyerinde üç ayı aşmamak üzere kısa çalışma yapılabilir.

6111 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce kısa çalışma yapılacak iki hal öngörülmüştü. Bunlardan birincisi “genel ekonomik kriz”, ikincisi ise “zorlayıcı sebep”ti. Değişiklikle, “sektörel kriz” ve “bölgesel kriz” olmak üzere, kısa çalışma uygulaması yapılabilecek iki hal daha eklenmiş, sayı dörde çıkmıştır.

30.04.2011 tarihli “Kısa Çalışma ve Kısa Çalışma Ödeneği Hakkında Yönetmelik” 3. maddesinde bu dört halin tanımını vermektedir:

1- Genel ekonomik kriz: Ulusal veya uluslararası ekonomide ortaya çıkan olayların, ülke ekonomisini ve dolayısıyla işyerini ciddi anlamda etkileyip sarstığı durumları,

2- Zorlayıcı sebep: İşverenin kendi sevk ve idaresinden kaynaklanmayan, önceden kestirilemeyen, bunun sonucu olarak bertaraf edilmesine olanak bulunmayan, dışsal etkilerden ileri gelen, geçici olarak çalışma süresinin azaltılması veya faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulması ile sonuçlanan deprem, yangın, su baskını, salgın hastalık, seferberlik ve benzeri nedenleri,

3- Sektörel kriz: Ulusal veya uluslararası ekonomide ortaya çıkan olaylardan doğrudan etkilenen sektörler ve bunlarla bağlantılı diğer sektörlerdeki işyerlerinin ciddi anlamda sarsıldığı durumları,

4- Bölgesel kriz: Ulusal veya uluslararası olaylardan dolayı belirli bir il veya bölgede faaliyette bulunan işyerlerinin ekonomik olarak ciddi şekilde etkilenip sarsıldığı durumları

ifade etmektedir.

Yönetmeliğin 3/ç maddesine göre “kısa çalışma”, üç ayı geçmemek üzere; işyerinde uygulanan çalışma süresinin, işyerinin tamamında veya bir bölümünde geçici olarak en az üçte bir oranında azaltılmasını veya süreklilik koşulu aranmaksızın en az dört hafta süreyle faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulmasını ifade etmektedir. Kanun’un eski şeklinde yer alan “en az dört hafta işin durması”, maddenin 6111 sayılı Kanunla değiştirilmiş metninde yer almamakla birlikte, Yönetmelik bu esasa yine yer vermiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’na göre genel bakımdan çalışma süresi haftada en fazla 45 saattir. Haftada 45 saat çalışan bir işyerinin tamamında veya bir bölümünde çalışma süresi üçte bir oranında, yani 15 saat azaltılıp 30 saate indirildiğinde veya en az dört hafta süreyle faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulması halinde “kısa çalışma”dan söz edilebilecektir.

B- İŞ-KUR’A BİLDİRİM VE UYGUNLUK TESPİTİ

Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerinde kısa çalışma yapılmasını talep eden işveren, Türkiye İş Kurumu’na (İş-Kur) ve varsa toplu iş sözleşmesi tarafı sendikaya yazılı bildirimde bulunur.

İşveren bildiriminde; genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerin işyerine etkilerini ve zorlayıcı sebebin ne olduğunu; işyerinin unvanını, adresini, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı sendikayı ve sosyal güvenlik işyeri sicil numarasını; varsa iddiasını kanıtlayıcı somut belgeleri belirtmek zorundadır.

İnceleme esnasında; kısa çalışma yaptırılacak işçilere ilişkin bilgileri içeren liste, işveren tarafından Kurum’ca belirlenen formatta hazırlanarak, manyetik ve yazılı ortamda İş-Kur yetkilisine teslim edilir (Yönetmelik md. 4/3).

İşverenin kısa çalışma talebi, öncelikle İş-Kur tarafından sebep ve şekil yönünden değerlendirilir. Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel krizin varlığı, işçi ve işveren sendikaları konfederasyonlarının iddia etmesi ya da bu yönde kuvvetli emarenin bulunması halinde, İş-Kur Yönetim Kurulu’nca karara bağlanır. Böyle bir karar alınmadan, genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle bağdaşmadığı halde, nakit darlığı, ödeme güçlüğü, pazar daralması ve stok artışı gibi sebeplere dayalı olarak yapıldığı tespit edilen başvurular İş-Kur tarafından reddedilir.

Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle yapılan başvuruların uygunluk tespiti, Kurum yetkililerince ivedilikle yapılır ve inceleme sonucu, İş-Kur tarafından işverene bildirilir.

İşveren durumu, işyerinde işçilerin görebileceği bir yerde ilan eder ve varsa toplu iş sözleşmesine taraf işçi sendikasına bildirir. İlan yoluyla işçilere duyuru yapılamadığı durumlarda, kısa çalışmaya tabi işçilere yazılı bildirim yapılır.

III- KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİNDEN YARARLANMANIN KOŞULLARI

Kısa çalışma halinde işsizlik ödeneği alma şartlarına sahip işçi, işsiz kalmadığı halde işsiz kalmış gibi üç ay süreyle işsizlik sigortasından ödenek alabilecektir.

İşçinin kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilmesi için iki şart vardır:

1- İşverenin kısa çalışma talebinin Kurum’ca uygun bulunması,

2- İşçinin kısa çalışmanın başladığı tarihte, 4447 sayılı Kanun’un 50. maddesine göre çalışma süreleri ve işsizlik sigortası primi ödeme gün sayısı bakımından (iş sözleşmesinin feshi dışındaki şartlarla) işsizlik ödeneğine hak kazanmış olması. Yani, kısa çalışmanın başladığı tarihten önceki son 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış olanlardan son üç yıl içinde en az 600 gün süreyle işsizlik sigortası primi ödemiş olanlar, kısa çalışma ödeneği alabileceklerdir.

IV- KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİNİN MİKTARI VE SÜRESİ

Günlük kısa çalışma ödeneğinin miktarı, 4857 sayılı İş Kanunu’na göre 16 yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin brüt tutarının % 150’sini geçmemek üzere(4), sigortalının son on iki aylık(5) prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının % 60’ıdır(6). Kısa çalışma ödeneği, işyerinde uygulanan haftalık çalışma süresini tamamlayacak şekilde, çalışılmayan süreler için aylık olarak hesaplanır ve işçinin kendisine, aylık olarak her ayın sonunda ödenir.

Örnek-1: 01.07.2011 tarihinde başlayan bir kısa çalışmadan dolayı işyerinde bir ay içinde 15 gün tam çalışma yapılması, 15 gün de çalışma yapılmaması durumunda; primi asgari ücretten ödenmiş olan bir işçiye 837,00 x %60 = 502,20/30 x 15= 251,10 TL (damga vergisi hariç), primi tavandan ödenmiş olan bir işçiye ise 837,00 x %150 = 1.255,50/30 x 15= 627,75 TL (damga vergisi hariç) kısa çalışma ödeneği ödenmesi söz konusu olacaktır. Kısa çalışma ödeneği ödenen işçinin söz konusu 15 günlük süreye ait genel sağlık sigortası primi ayrıca İş- Kur’ca Sosyal Güvenlik Kurumu’na yatırılır. Tam çalışma yapılan 15 günlük işçi ücreti ise, kısa ve uzun vadeli sosyal güvenlik primiyle birlikte işveren tarafından karşılanacaktır.

Örnek-2: 01.07.2011 tarihinde başlayan bir kısa çalışmadan dolayı işyerinde bir ay içinde hiç çalışma yapılmaması durumunda; primi asgari ücretten ödenmiş olan bir işçiye 01.07.2011- 31.12.2011 dönemi için brüt asgari ücret 837,00 TL olduğuna göre 502,20 TL, primi tavandan ödenmiş olan bir işçiye ise en çok 1.255,50 TL (damga vergisi hariç) kısa çalışma ödeneği ödenecektir. Kısa çalışma ödeneği ödenen işçinin söz konusu 30 günlük süreye ait genel sağlık sigortası primi ayrıca İş-Kur’ca Sosyal Güvenlik Kurumu’na yatırılır.

Kısa çalışma ödeneği, 4447 sayılı Kanun’un ek 2. maddesine aykırı olmamak koşuluyla aynı Kanun’un 50. maddesindeki esaslara göre ödenir.

Zorlayıcı sebeplerle işyerinde kısa çalışma yapılması halinde, ödemeler 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. maddesinin (III) numaralı bendinde ve 40. maddesinde öngörülen bir haftalık süreden sonra başlar. 40. madde, zorlayıcı sebeple çalışmama halinde, işverenin bir hafta boyunca her gün için yarım gündelik üzerinden ücret ödemesini emretmektedir.

İşçinin kısa çalışma ödeneği aldığı süre için, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereği ödenecek sigorta primi, İşsizlik Sigortası Fonu tarafından Sosyal Güvenlik Kurumu’na aktarılır.

Kısa çalışma ödeneğinden yararlanan işçi, işsizlik sigortasından yararlanmak için 4447 sayılı Kanun’un 50. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmeden işsiz kalırsa, kısa çalışma ödeneği aldığı süre düşüldükten sonra, daha önce hak ettiği işsizlik ödeneği süresini dolduruncaya kadar işsizlik ödeneğinden yararlanır.

Kısa çalışma ödeneği nafaka borçları dışında haciz veya başkasına devir veya temlik edilemez.

Kısa çalışma uygulaması devam eden işyerlerinde yapılan inceleme sırasında işverenin ödenek alan işçilerin çalışma süreleri ile ilgili hatalı bilgi ve belge verdiğinin tespit edilmesi ve Kurum müfettişinin yazılı talebi halinde hakkında hatalı bilgi verilen işçi sayısı da dikkate alınarak kısa çalışma ödeneği durdurulur. İşverenin hatalı bilgi ve belge vermesi nedeniyle yapılan fazla ödemeler, yasal faizi ile birlikte işverenden, işçinin kusurundan kaynaklanan fazla ödemeler ise yasal faizi ile birlikte işçiden tahsil edilir.

Kısa çalışma ödeneği alanların işe girmesi, yaşlılık aylığı almaya başlaması, herhangi bir sebeple silâhaltına alınması, herhangi bir kanundan doğan çalışma ödevi nedeniyle işinden ayrılması hallerinde veya geçici iş göremezlik ödeneğinin başlaması durumunda geçici iş göremezlik ödeneğine konu olan sağlık raporunun başladığı tarih itibariyle kısa çalışma ödeneği kesilir (Yönetmelik md. 9).

Kısa çalışma yapan işveren, işçilerin çalışma sürelerine ilişkin kayıtları tutmak ve istenilmesi halinde ibraz etmek zorundadır (Yönetmelik md. 10).

V- KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİNİN SÜRESİ

Ödeneğin süresi üç ayı aşmamak üzere fiilen gerçekleşen kısa çalışma süresi kadardır. Ancak, kısa çalışma ödeneğinin süresini altı aya kadar uzatmaya ve işsizlik ödeneğinden mahsup edilip edilmeyeceğini belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. En fazla üç aylık kısa çalışma süresi, 28.02.2009 tarihinden geçerli olmak üzere 18.02.2009 tarih ve 5838 sayılı, 28.01.2010 tarih ve 5951 sayılı Kanunlarla 2008, 2009 ve 2010 yılları için uygulanmak üzere 6 aya çıkarılmış ve kısa çalışma süresini 6 ay daha uzatma konusunda Bakanlar Kurulu’na yetki verilmiştir. Bakanlar Kurulu da 22.06.2009 tarihli ve 2009/15129 sayılı, 01.03.2010 tarihli ve 2010/180 sayılı Kararlarıyla kısa çalışma süresini 6 ay süreyle uzatmıştır.

Ancak, 5951 sayılı Kanun ile yapılan düzenleme sonrasında, uygulamada ciddi bir sorun ortaya çıkmıştır. Kısa çalışmayı üç ay ile sınırlandıran sürenin, 4447 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 8. madde ile altı aya çıkartılması ve Bakanlar Kurulu Kararı ile bu sürenin altı ay daha uzatılması ile toplamda 12 ay kısa çalışma ödeneğinden yararlanan işçilerin, Kanunla tanınan azami süre kullanıldığı için, yeniden kısa çalışma uygulamasından faydalanmalarının mümkün olmadığı İş-Kur tarafından ifade edilmiştir. 5951 sayılı Kanunla yapılan düzenleme ile her ne kadar kısa çalışma ödeneğinden yararlanma süresi 2010 yılı için uzatılmış olsa da, 2008 ve 2009 yıllarında toplamda 12 ay kısa çalışma uygulamış işyerlerinin 2010 yılında kısa çalışmadan yararlanması imkânsız hale gelmiştir.

Kriz süresince kısa çalışma süresi Avusturya ve Almanya’da 24 aya, İsviçre’de 18 aya kadar uzatılmıştır. Ülkemizde ise 12 ay kısa çalışma yapan işletmelerin kısa çalışmadan mahrum bırakılması doğru değildir(7).

İşveren, ilan ettiği süreden önce normal faaliyetine başlamaya karar vermesi halinde durumu; İş-Kur birimine, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı sendikaya ve işçilere altı işgünü önce yazılı olarak bildirmek zorundadır. Bildirimde belirtilen tarih itibariyle kısa çalışma sona erer. Geç bildirimlere ilişkin oluşan yersiz ödemeler hakkında yukarıda belirttiğimiz esaslara göre işlem yapılır.

VI- SONUÇ

Ekonomik krizin yıkıcı etkilerini kısmen önlemeye, işletmelere ve çalışanlara destek sağlayamaya yönelik bir müessese olan kısa çalışma ödeneği, zaten yüksek olan işsizliğin daha da artmasını engellemiştir. 6111 sayılı Kanunla kısa çalışma hallerinin genişletilmesi ve ödenek miktarının yeniden belirlenmesi olumlu olmakla birlikte, daha önce kısa çalışma uygulamasından yararlanmış, ancak krizin olumsuz etkilerini yaşamaya devam eden işletmeler için uygulamanın sürdürülmesi yolundaki taleplere kulak verilmelidir.



Müjdat ŞAKAR*

Yaklaşım



* Prof. Dr., Marmara Ünv., İİBF, İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Başkanı

(1) Bkz. Vahap ÜNLÜ, “Kısa Çalışmada Neler Oluyor?”, MESS İşveren Gazetesi, Mart 2010.

(2) ÜNLÜ, agm.

(3) 13.01.2009 tarih ve 27109 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

(4) İşsizlik ödeneği bakımından mevcut düzenlemede bu oran % 80’dir. Kısa çalışma ödeneği

açısından 6111 sayılı Kanun öncesi bu oran % 120 idi.

(5) İşsizlik ödeneği bakımından mevcut düzenlemede bu süre son dört aydır.

(6) İşsizlik ödeneği bakımından mevcut düzenlemede bu oran % 40’dır.

(7) ÜNLÜ, agm.

http://www.ozdogrular.com/

29 Temmuz 2011 Cuma

Gelir İdaresi Başkanlığı 2011 Yılı Kurumsal Mali Durum ve BeklentilerRaporu





 Gelir İdaresi Başkanlığı 2011 Yılı Kurumsal

Mali Durum ve Beklentiler Raporu 5018 sayılı


Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 30’uncu


maddesi gereğince hazırlanan, Başkanlığımızın 2011 yılı ilk altı aylık


dönemine ilişkin bütçe uygulamaları, ikinci altı aya ilişkin beklentiler


ve hedefler ile faaliyetlerinin yer aldığı “2011 Yılı Kurumsal Mali Durum


ve Beklentiler Raporu” kamuoyunun bilgi ve değerlendirilmelerine sunulmuştur.


 Gelir İdaresi Başkanlığı 2011 Yılı Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler

Raporu”na aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz.




http://www.gib.gov.tr/fileadmin/haberler/2011MaliDurRap.pdf.

GİB DUYURU : Vergi Daireleri 1 Ağustos 2011 Pazartesi Günü Saat 21:00'eKadar Açık Bulundurulacaktır.


Vergi Daireleri 1 Ağustos 2011 Pazartesi Günü Saat 21:00'e Kadar Açık Bulundurulacaktır.



.29-07-11 17:146111 Sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle

Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı


Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik


Yapılması Hakkında Kanun Kapsamında yapılandırılan


borçların ikinci taksitinin son ödeme günü olan 31.07.2011 tarihi


resmi tatile rastladığından, ödeme süresi 01 Ağustos 2011


Pazartesi günü sona ermektedir.


.Söz konusu kanuna göre mükellefler tarafından yapılacak

ödemeler nedeniyle vergi dairelerinde meydana gelmesi


muhtemel sıkışıklığın önlenmesi ve mükelleflere kolaylık


sağlanması amacıyla 01 Ağustos 2011 Pazartesi günü saat 21:00’e


kadar tüm Vergı Daireleri açık bulundurulacaktır.


.Kamuoyuna duyurulur

İŞÇİ YILLIK ÜCRETLİ İZİN HAKKINI NE ZAMAN KULLANMALIDIR?




Yaz sıcaklarından bunaldığımız şu günlerde tüm çalışanların hayali şüphesiz ki denize yakın bir yerlerde tatil yapmak olmalıdır. Artan sıcaklar çalışanların verimliliğini olumsuz etkilemekte ve Yaz aylarında işletmeler genellikle dönüşümlü olarak personellerini yıllık ücretli izine göndermektedirler.

Bilindiği gibi aynı zamanda Anayasal bir hak olan dinlenme hakkı işçiye yasayla tanınmıştır ve bu haktan vaz geçilemez.

İşverenler işyerinde en az 1 yıl çalışmış olan işçilerine bu haklarını kesintisiz olarak kullandırmalıdırlar. Ancak işçi onay verirse yıllık izin süresi bir bölümü 10 günden az olmamak üzere en çok 3’e bölünebilir.

Yıl içersinde işveren tarafından verilmiş olan diğer izinler yıllık ücretli izinden mahsup edilmez İşçi iznini kullanmadan önce herhangi bir sebeple işten ayrılırsa kullanmadığı iznin bedeli kendisine nakden ödenmelidir. Bu ödeme işçinin en son brüt ücreti üzerinden yapılır.

Bilindiği gibi işçinin yıllık ücretli izin hakkını kazanabilmesi için işyerinde işe başladığı tarihten itibaren 1 yıl fiili olarak çalışması gerekmektedir.

Örneğin;

1 Şubat 2011 tarihinde işe giren bir işçi yıllık ücretli izine 1 Şubat 2012 tarihi itibarı ile hak kazanacaktır. Aynı işçinin takip eden yıllardaki izin hakları da her yıl 1 Şubat tarihinde dolacaktır. Bunu bir tablo ile örnekleyecek olursak;

İşçinin işe giriş tarihi: 01.02.2011



1. İzine hak kazanacağı tarih 01.02.2012   izin hakkı 14 gün

2. İzine hak kazanacağı tarih 01.02.2013    izin hakkı 14 gün

3. İzine hak kazanacağı tarih 01.02.2013   izin hakkı 14 gün

4. İzine hak kazanacağı tarih 01.02.2014  izin hakkı 14 gün

5.  İzine hak kazanacağı tarih 01.02.2015  izin hakkı 14 gün

6.  İzine hak kazanacağı tarih 01.02.2016  izin hakkı 20 gün (*)



İşçinin izine hak kazanması için çalışması gereken süre konusunda bazı yanlış bilgilenmeler söz konusudur. Özellikle çalışanlar 6 ayı doldurduktan sonra 1/2 izin hakları oluştuğu şeklinde düşünceler taşımaktadırlar. Bu bilgiler elbette ki yanlıştır.

Yıllık ücretli izinle ilgili olarak Bu genel hatırlatmalardan sonra Yıllık ücretli izin konusunda tartışma yaratan ve bu yazımıza başlık oluşturan konuya değinelim dilerseniz.

Kanun gereği işçi işe ne zaman girmişse yıllık ücretli izin hakkı 1 yıl sonra tahakkuk etmektedir. Bir başka deyişle yazın işe giren işçi bir sonraki yaz izine hak kazanmakta, kışın işe giren işçi de bir sonraki kışın yıllık ücretli izin hakkı elde etmektedir.

Yazın işe giren işçiler bakımından bir sorun olmamakla birlikte işe giriş tarihleri sebebiyle her sene kış aylarında yıllık ücretli izin hakkı elde eden işçiler bakımından ortaya sorun çıkmaktadır. Doğal olarak çalışanlar genellikle yıllık izin hakkını yaz aylarında kullanmak arzusundadır.

Ancak henüz oluşmamış bir izin hakkını işveren kullandırmak istemediğinde ortaya sorunlar çıkmaktadır. Yıllık ücretli izin hakkına kanunen ne şekilde hak kazanılacağını yukarıdaki örneklerimizle açıkladık Şimdi dilerseniz işçinin yıllık izin hakkını ne zaman kullanabileceği konusu üzerinde duralım. Bu konuyu incelerken ilk bakmamız gereken ise işverenin yönetim hakkı kavramı olmalıdır.

Bilindiği üzere İşyerinde yönetim hakkı işverene aittir. İşveren bu hakkı çerçevesinde işyerindeki düzenlemeleri gerçekleştirerek bir işyeri yönetmeliği oluşturur. Yönetmelik işyerinde uyulması gerekli kurallar manzumesidir. İşçi işe girerken iş sözleşmesinin bir eki niteliğinde olan Personel yönetmeliğine uymayı peşinen kabul eder.

İşte İşveren işçiden gelecek izin taleplerini de bu yönetim hakkı çerçevesinde işin durumuna göre değerlendirecektir.  Ancak işveren bu değerlendirmeyi yaparken işçiyi gözetme borcunu da göz ardı etmemelidir.

Şimdi dilerseniz konumuza öğretiden alıntılarla devam edelim;

“Aşağıda ayrıntılı biçimde görüleceği üzere, yıllık ücretli izinin somut kullanım tarihini belirlemeye yetkisi kimi yasal esaslar çerçevesinde işverene ait kabul edilmektedir. Zira yıllık ücretli izin, işçinin işgörme borcundan yıllık bir dinlenme amacıyla kurtarıldığı periyodu anlatır. Bizdeki mevcut yasal düzenlemelerin temelinde yatan espri de yıllık ücretli izinin kullanılacağı somut tarihi belirleme yetkisinin işverene aidiyeti yönündedir. (İşK. 49 vd, YÜİY. 4 vd.) İsviçre (137[i]) ve Alman hukukunda da (138) bu yönde bir eğilim mevcuttur. İşyerinde çalıştırılan işçi sayısına vs. göre işyerinde yıllık izin kurulu oluşturulsa da, onların tespiti kesin değil işverene sunulan bir öneri (mütalaa) niteliğindedir ve son söz işverene aittir.”[1]

-----------------------

(*) 4857 Sayılı İş Kanunu Md. 53/b - Beş yıldan fazla onbeş yıldan az olanlara yirmi gün...

[1] Akyiğit ERCAN Yıllık Ücretli İzin S.83 Seçkin Yayınevi 2000 Ankara

-----------------------

[i] Aynı eserin 273. Sayfasında da Yargıtayın konuya ilişkin kararlarından örneklere yer verilmektedir.

“Konuyla ilgili olarak erişebildiğimiz çeşitli kararlarında uygulamada Yargıtay’ın da yıllık ücretli izin bir plan dahilinde işverence verileceğini, izinin somut kullanım tarihini belirlemenin yönetim hakkı çerçevesinde işverene ait bir yetki olduğunu kabul ettiği anlaşılmaktadır. Örneğin bu doğrultudaki 25.02.1998 tarihli 9.HD. kararında aynen”…işveren düzenleme yetkisine dayanarak hangi tarihte işçilere izin kullandırma hakkını tespit etme yetkisini haizdir” denilerek bu esas dile getirilmektedir.

(629) Keza program dahilinde işçilerin anayasal güvenceye bağlanmış olan izin haklarını 30.11.1998 tarihli kararında ise bu konuda “….işyerinin çalışma düzenini kurma hakkı işverene aittir. İşveren işyerindeki durumuna göre çalışan işçilere izin verme yetkisine sahiptir” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş durumdadır.(631)

Yüksek Mahkeme bir diğer kararında “….işverenin iznin kullanılacağı süreyi ve zamanı belirleme yetkisi vardır” biçiminde, nispeten kısa bir anlatım tarzını benimsemiş.(632) aynı eğilimi “….iznin bir plan dahilinde verilmesi işverenin yönetim hakkına girmektedir…”ibareleriyle bir başka kararına da taşınmış bulunmaktadır.”

629 9.HD. 25.02.1998, 312/2510.  630 9.HD. 23.06.1998, 8437/10748. 631 9.HD. 30.11.1998, 15055/16955. 632 9.HD. 27.02.1995, 16833/5974.

Görülebileceği üzere hukukumuzda yıllık ücretli iznin kullanım zamanının işverenin inisiyatifinde olduğu görüşü ağırlıklı olarak yer kazanmıştır. Buna mukabil işverenin işçiden izin zamanına yönelik gelecek talepleri keyfi olarak olumsuz karşılamasının işçiyi gözetme ve medeni kanun dürüstlük kuralına aykırı davranışlar olacağı gerçeği göz ardı edilmemelidir. Konumuzu aynı eserin ilgili bölümünden bir alıntı ile tamamlayalım.

İşçinin isteğinin mümkün olduğunca dikkate alınması prensibi, aile durumu, sağlık ve mevsim koşulları vs. dikkate alınarak yıllık izin (tatil) zamanının sosyal açıdan daha verimli geçecek biçimde belirlenmesine hizmet eder. Böylece işçi, icabında ailesi bireyleriyle birlikte sosyal hayata daha uygun bir şekilde katılma olanağı bulmuş olur. Örneğin işçi, izin zamanının çocuklarının okulunun kapandığı döneme rastlamasını arzulamakta haklıdır. Bununla birlikte, işçinin istediği tarihin işvereni bağlayıcı bir yanı yoktur. İşletmesel gerekler veya diğer işçilere ait önceliğe sahip istekler bulunmadıkça, anılan dileğin işverence dikkate alınması beklenir.”

Hüseyin İrfan FIRAT

http://www.insangucu.com.tr/default.aspx?pid=20103&nid=68252

HAKSIZ ALINAN BİR VERGİ BEYANNAME DAMGA VERGİSİ




.
Ülkemizde Vergi Türleri genel olarak konuları itibariyle üç ana başlıkta aşağıdaki gibi sınıflandırılmaktadır. Mal ve hizmetlerden alınan vergiler; Katma Değer Vergisi Damga Vergisi Özel Tüketim Vergisi, Gümrük Vergisi, Şans Oyunları vergisi, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi, Özel İletişim Vergisi, Harçlar, Belediye Vergileri. Servet üzerinden alınan vergiler; Motorlu Taşıtlar Vergisi, Veraset ve İntikal Vergisi, Emlak vergisi. Gelir üzerinden alınan vergiler; Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi olarak tanımlanmışlardır.

Dikkat edileceği üzere, Damga vergisi “Mal ve hizmetlerden alınan vergiler” olarak adlandırılan grupta sınıflandırılmakta ve bir işleme konu olan değerli kâğıtlar belirli bir parayı içermesi halinde belirli bir oranda belirli bir parayı içermeyenler ise maktu oranda vergilendirilmektedir.

.

488 sayılı Damga vergisinin 1.maddesinde Bu kanundaki kâğıtlar terimi, yazılıp imzalamak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan belgeler ile elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade eder. Denilerek bu tür işlemlerin (istisna edilenler hariç) damga vergisi kapsamına alındığı bilinmektedir.

.

02.01.2004 tarih ve 25334 sayılı resmi gazetede yayınlanan 5035 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki kanunun 29. maddesi ile Damga Vergisi Kanunu’na ekli (1) sayılı tablonun vergi beyannameleriyle ilgili kısmı yeniden düzenlenmiştir. Yapılan düzenleme ile uygulamada bulunan ve vergi dairelerine verilen beyannamelerde yer alan damga vergisi tutarları artırılmış, SSK, Belediye ve Gümrüklere verilen beyannameler de damga vergisi kapsamına alınmıştır. Ayrıca Bakanlar Kuruluna beyanname ve bildirgelerin internet ortamında gönderilmesi halinde belirlenen vergi miktarlarını her bir beyanname ve bildirge itibarıyla ayrı ayrı sıfıra kadar indirme yetkisi verilmiştir.

.

Yine 488 sayılı Damga Vergisi Kanununun mükerrer 30 uncu maddesinin 5281 sayılı Kanunun 6. maddesiyle değişik birinci fıkrasında, “…Her takvim yılı başından geçerli olmak üzere önceki yılda uygulanan maktu vergiler (Maktu ve nispi vergilerin asgari ve azami miktarlarını belirleyen hadler dahil) o yıl için tespit ve ilan olunan yeniden değerleme oranında artırılır. Hükmüne istinaden beyannamelerden alınan damga vergileri her yıl yeniden değerlendirme oranında artırılmaktadır.

.

Bilindiği üzere, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 5228 sayılı Kanunun 8’inci maddesiyle değişik mükerrer 257’inci maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ile Maliye Bakanlığı, vergi beyannameleri ve bildirimlerinin İnternet ve diğer elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında doğrudan mükellefler tarafından gönderilmesine izin verebileceği veya zorunluluk getirebileceği gibi, bunların yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracılığıyla gönderilmesine izin vermeye veya zorunluluk getirmeye de yetkili kılınmıştır Bu uygulamanın başlaması ile birlikte bugün için Vergi dairelerine verilen beyannamelerin tamamına yakını elektronik ortamda verilmektedir.

.

Vergi mükellefleri vergisel işlemleri sonucu hazırlamış oldukları bildirim ve beyannameleri tabi oldukları kanunlar ve mevzuatlarda belirlenen sürelerde ilgili kurumlara vermek veya bildirmek ile birlikte aşağıda özetle belirtilen beyanname ve bildirimler için belirlenen maktu vergileri de ödemek zorundadırlar



Beyannamenin Türü

2011 Yılı İçin Ödenen

Maktu Vergi TL.

Yıllık gelir vergisi beyannameleri

30,00

Kurumlar vergisi beyannameleri

40,10

Geçici Vergi Beyannameleri

19,90

Katma değer vergisi beyannameleri

19,90

Muhtasar beyannameler

19,90

Özel Tüketim Vergisi Beyannamesi

19,90

Gümrük idarelerine verilen beyannameler

40,10

Belediye ve il özel idarelerine verilen bey.

14,80

SGK verilen sigorta prim bildirgeleri

14,80

Diğer vergi beyannameleri

19,90

Bilânçolar

23,20

Gelir tabloları

11,30

İşletme hesabı özetleri

11,30


KOBİ Statüsünde tüzel kişiliğe haiz bir vergi mükellefinin veya bir gelir vergisi mükellefinin yıl içinde gerçekleştirmiş olduğu iş ve işlemler için bir yılda:

.

- 12 adet KDV beyannamesi,

- 12 adet Muhtasar beyanname,

- 12 adet SGK aylık Hizmet prim bildirgesi,

- 4 adet geçici vergi beyannamesi,

- 1 adet kurumlar/gelir vergisi beyannamesi vermesi halinde en az 760,00 TL ödemek zorunda kalmaktadır. İş ve işlemleri daha kapsamlı olan işyerlerinde bu tutar yıllık bazda bin TL geçmektedir.

.

Peki bu vergi neden ödenir? Bu vergiler vergisini ödemek isteyen mükellefin vergisini ödemek için yaptığı beyan ve bildirimler için ödenmektedir. Böyle bir uygulama yasalara uygun olmakla birlikte hukuken adil olmayan bir uygulamadır çünkü yasalara uygun olarak vergisini ödemek için bildirim ve beyanname veren mükellefler adeta cezalandırılmaktadır. Hatta bazı durunlar da hiçbir faaliyeti olmayan mükellefler boş beyanname ve bildirimde bulunmakta ve bu işlemler içinde bu damga vergilerini ödemek zorunda kalmaktadırlar.

.

Sonuç; Vergisini ödemek için vatandaşlık görevini ilgili mevzuata uygun olarak yerine getirmek isteyen vergi mükelleflerinden yapmış oldukları bildirim ve beyanlar için alınan bu haksız damga vergisinin kaldırılması artık tartışmaya açılmalıdır. Çünkü 488 sayılı Damga vergisi kanunun 1 maddesinde yer alan "... elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade eder.” Hükmü elektronik imza kullanılmadan gönderilen vergi beyannameleri ile diğer bildirimleri nasıl kapsamaktadır bu konu bile tartışmaya açıktır.

.

Mevcut durumu ile haksız bir şekilde uygulanmakta olan bu düzenleme 5035 sayılı Kanunun 29. maddesi kapsamında Bakanlar Kuruluna beyanname ve bildirgelerin internet ortamında gönderilmesi halinde vergi miktarlarını her bir beyanname ve bildirge itibarıyla ayrı ayrı sıfıra kadar indirme yetkisinin kullanılarak bu sorun en kısa sürede çözüme kavuşturulabilinir.

.

Özellikle ekonomik krizin sürekli gündemde olduğu bu süreçte bu konuda yapılacak bir düzenleme tüm vergi mükellefleri için olumlu bir gelişme olacaktır. Ayrıca bu konuda yapılacak düzenleme vergi dairelerinin iş ve işlem yükünü önemli şekilde azaltacaktır.

.


Mustafa Bahadır ALTAŞ

S.M.Mali Müşavir

Kaynak:http://www.alomaliye.com/2011/mustafa_b_altas_damga.htm

Adli Tatil Hatırlatmaları


Adli Tatil Hatırlatmaları


 

.

Danıştay daireleri ile bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri 1 Ağustos – 5 Eylül döneminde çalışmaya ara vermektedir (adli tatil). Adli tatille ilgili uyarı ve hatırlatmalar bu bültenin konusunu oluşturmaktadır

Özet: Danıştay daireleri ile bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri 1 Ağustos – 5 Eylül döneminde çalışmaya ara vermektedir (adli tatil).

Çalışmaya ara veren mahkemeler için adli tatilde dava açma süreleri işlememekte, İdari Yargılama Usulü Kanunu’ndaki sürelerin son gününün bu döneme rastlaması halinde süre, adli tatilin sona erdiği günü izleyen günden itibaren yedi gün uzamaktadır.

Adli tatilin;

- Sadece İdari Yargılama Usulü Kanunu’ndaki sürelere etkisi olduğuna,

- Adli tatilin bütün mahkemeler için söz konusu olmadığına, yargı çevresine dahil olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu il merkezi dışında kalan idare ve vergi mahkemelerinin çalışmaya ara vermediğine,

dikkat edilmelidir

1. Adli Tatil Dönemi

Danıştay Kanunu’nun 86. maddesi gereği Danıştay daireleri ve İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 61. maddesi gereği de bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl ağustosun birinden eylülün beşine kadar çalışmaya ara vermektedirler.

Bu hükümler gereği 1 Ağustos 2011 – 5 Eylül 2011 döneminde yukarıda belirtilen yargı organları çalışmaya ara verecek, diğer bir ifadeyle adli tatilde olacaklardır.

2. Çalışmaya Ara Veren / Vermeyen Mahkemeler

Adli tatil bazı mahkemeler için söz konusu değildir. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 61. maddesine göre, yargı çevresine dahil olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu il merkezi dışında kalan idare ve vergi mahkemeleri çalışmaya ara vermemektedir.

Buna göre vergi mahkemesi itiraz mercii olan bölge idare mahkemesiyle aynı ildeyse çalışmaya ara verir, farklı ilde ise çalışmaya ara vermez. Hak kayıplarının önlenmesi açısından bu konuya özellikle dikkat edilmesinde yarar vardır.

3. Adli Tatilin Sürelere Etkisi

İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 8. maddesine göre bu Kanun’daki sürelerin son gününün adli tatile rastlaması halinde süre, adli tatilin sona erdiği günü izleyen günden itibaren yedi gün uzamaktadır.

Adli tatil nedeniyle uzayacak süreler, İdari Yargılama Usulü Kanunu’yla belirlenen bütün süreleri kapsamaktadır. Adli tatil nedeniyle uzayacak sürelerden önemli bazıları şunlardır:

- İYUK’nun 7. maddesinde yer alan dava açma süresi.

- İYUK’nun 16. maddesinde yer alan cevap verme süresi.

- İYUK’nun 27. maddesinde yer alan yürütmenin durdurulması hakkında karara itiraz süresi.

- İYUK’nun 45. maddesinde yer alan itiraz süresi.

- İYUK’nun 46. maddesinde yer alan temyiz süresi.

- İYUK’nun 53. maddesinde yer alan yargılamanın yenilenmesi süresi.

- İYUK’nun 54. maddesinde yer alan kararın düzeltilmesi talep süresi.

Öte yandan, yukarıda da belirtildiği üzere, bazı mahkemeler çalışmaya ara vermemektedir. Çalışmaya ara vermeyen mahkemelerle ilgili sürelerin adli tatilden etkilenmediği unutulmamalıdır.

4. Adli Tatilden Etkilenmeyen Süreler

Yukarıda da belirtildiği üzere, İdari Yargılama Usulü Kanunu’ndaki sürelerin son gününün adli tatile rastlaması halinde süre, adli tatilin sona erdiği günü izleyen günden itibaren yedi gün uzamaktadır.

Buna göre, adli tatilden etkilenen süreler sadece İdari Yargılama Usulü Kanunu’ndaki sürelerdir. Diğer kanunlarda yer alan süreler adli tatilden etkilenmemektedir.

Bu çerçevede örneğin, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da yer alan ödeme emrine ve haciz işlemlerine karşı açılan davalarda süre uzamamaktadır.

Yine uzlaşmanın sağlanamaması halinde vergi usul Kanunu’nun ek 7. maddesi uyarınca tanınan dava açma süresi ile ilgili de, ödeme emirleri yönünden geçmişte verilen Danıştay kararlarından hareketle, sürenin uzamayacağı sonucuna varılabilir.

5. Mali Tatil Nedeniyle Uzayan Sürelerin Son Gününün Adli Tatile Rastlaması

15.03.2007 tarih ve 5604 sayılı Mali Tatil İhdas Edilmesi Hakkında Kanun’un 1. maddesi gereği 01.07.2011 – 20.07.2011 dönemi mali tatildir.

Mali tatil uygulamasına ilişkin açıklamalar 28.06.2011 tarih ve 2011/44 sayılı Vergi Bültenimizde yapılmıştır.

Söz konusu bültende açıklandığı gibi, dava açma süresinin mali tatile rastlaması halinde süre, mali tatil süresince işlememektedir.

Mali tatil nedeniyle işlemeyen sürenin dikkate alınmasıyla bulunan dava açma süresinin son gününün adli tatile rastlaması halinde süre, adli tatilin sona erdiği günü izleyen günden itibaren yedi gün uzamaktadır.

6. Diğer Konular

- Adli tatil dönemi içerisinde dava açılmasına ve adli tatilden etkilenen diğer başvuruların yapılmasına hukuken bir engel yoktur. Bu çerçevede adli tatil dönemi içinde dava açılması mümkündür.

- İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 61. maddesine göre, adli tatilde, bölge idare mahkemesi başkanının önerisi üzerine, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, her bölge idare mahkemesi merkezinde idare ve vergi mahkemesi başkan ve üyeleri arasından görevlendirilen üç hâkimin katıldığı bir nöbetçi mahkeme kurulmaktadır.

Nöbetçi mahkeme, yürütmenin durdurulmasına ve delillerin tespitine ait işler ile kanunen belli süre içinde karara bağlanması gereken işleri yapmaktadır.

Benzer şekilde Danıştay Kanunu’nun 86. maddesi gereğince Danıştay’da bir nöbetçi daire kurulmaktadır. Bu daire esas olarak hükümetçe verilen ivedi ve kanunen belli sürede karara bağlanması gereken işler ile yürütmenin durdurulmasına veya delillerin tespitine ait işleri yapmaktadır.

Saygılarımızla,

Recep Bıyık

Mevzuat Eğitim ve Araştırma Başkanı

http://www.vergiportali.com/Content.aspx?Type=BulletinD&Id=3235

Borçlanalım ama nasıl?



Bu sayfada hep gayrimenkul ve gayrimenkul vergilemesi ile ilgili yazılar yazıyorum. Bu kez konuyu biraz daha farklı, “finansman” başlığı altında seçtim ama gayrimenkulle ve vergi ile bağlantısını da kuracağım tabii ki!

Bir gayrimenkul yatırımının ne şekilde finanse edileceği kuşkusuz, fizibilite aşamasından başlayarak cevaplanması gereken önemli konulardan biridir. Öz kaynakla finansman çoğunlukla en güvenilir olarak kabul edilir ama bir taraftan ihtiyaç kadar bir öz finansmanı hazır etmenin zorluğu bir taraftan da bunun “alternatif” maliyeti, yatırımcıları çoğunlukla “sihirli” öz kaynak-borçlanma dengesi ile sonlandırır. Borçlanma başlı başına çok iyi analiz edilmesi, planlanması gereken ve uzmanlık isteyen bir konu. Bu sebeple onu ehline bırakalım ve gelin biz borçlanmanın vergisel analizini yapalım.

Borçlanırken hangi vergilerle karşılaşabiliriz?

Borçlanma maliyeti sadece borç verene ödenecek faiz ve eğer yabancı para cinsinden borçlanıyorsak ortaya çıkabilecek kur farkı gideri değildir. Borçlanmanın vergisel maliyeti de vardır. Öncelikle vergi uygulamaları yönünden finansman maliyetlerini yatırım dönemi boyunca yatırımın maliyetinde muhasebeleştireceğimizi, yatırımın tamamlanmasından sonra oluşacakları ise dönem gideri olarak yazılabileceğimizi hatırlatıp borçlanma üzerindeki vergilere kısaca bakalım. Borçlanırken Katma Değer Vergisi (KDV), Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi (BSMV), Damga Vergisi (DV), Kurumlar vergisi stopajı (Stopaj), Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu kesintisi (KKDF) gibi vergiler, ve “örtülü sermaye” ile “transfer fiyatlaması” gibi iki çok önemli vergisel müesseseyi dikkate almamız gerekir.

Nereden borçlandığımız önemli mi?

Nereden borçlandığımız gerçekten çok önemli. O kadar önemli ki neredeyse “olmak ya da olmamak” kadar…

Borçlanma üzerindeki vergisel yükler finansmanı nereden sağladığımıza göre farklılık gösteriyor. Ortağımızdan ya da ortakla ilişkili bir kişiden yapılan finansman üzerindeki vergisel yükler, üçüncü kişilerden yapılan borçlanmadakilerle farklı; bu kişilerin banka ya da finans kurumu olup olmamaları ise çok daha farklı bir sonuç ortaya koyabiliyor. Bunlara ek olarak bir de borç verenin Türkiye içinde mi yoksa dışında mı olduğuna da bakmak borçlanmanın taşıyacağı vergisel yükü etkiler dersem sanırım yazının bundan sonrasını daha dikkatle okumanızı sağlamış olurum.

Borçlanılan para türünü ve vadesini de düşünmeli miyiz?

Vergi yükünün hesabında nereden borçlandığımız kadar hangi para biriminden borçlandığımızın da önemi var. Vergi yükünü minimize edebilmek için yabancı kaynakla finansman kararında Türk lirası mı yoksa döviz cinsinden mi borçlanılacağı ve bu borçlanmanın vadesini de doğru bir şekilde planlamalıyız.

Bir bakışta vergi yükleri

Aslında yukarıda borçlanmada karşımıza çıkabilecek vergileri ve bu vergilerin hangi değişkenler bağlı olduğunu söyledik. Şimdi de bunları birbiriyle bağlayalım dilerseniz:

Türkiye’de yerleşik banka ya da finans kurumlarından sağlanan finansman üzerindeki tek vergi yükü tahakkuk eden faizler üzerinden %5 oranında hesaplanacak olan BSMV olurken, borçlanmayı Türkiye’de yerleşik ancak banka ya da finans kurumu olmayan bir kurumdan sağlarsak karşılaşacağımız vergiler tahakkuk eden faizler üzerinden hesaplanacak olan %18 oranındaki KDV ile kredi sözleşmesinde yazılı olan kredi tutarı üzerinden binde 8.25 oranında hesaplanacak olan DV olacaktır.

Yurt dışından sağlayacağımız finansmanı eğer banka ya da finans kurumu dışında bir kurumdan almaya karar verirsek bu kez yukarıda belirttiğimiz %18’lik KDV ve binde 8,25’lik DV yanında faizler üzerinden %10 oranında da stopaj hesaplama yükümlülüğüne tabi olacağız. Yurt dışından sağlanan finansman eğer Türk Lirası ise faizler üzerinden; bir yıldan kısa ortalama vadeli döviz cinsinden borçlanmada ise anapara üzerinden %3 oranında KKDF de hepsinin üzerine ek bir yük olarak karşımıza çıkacaktır.

Yurt içi ya da yurt dışı borçlanmayı ortak ya da ortakla ilişkili bir kurumdan yapmamız halinde ise yukarıdaki vergi yükleri yanında “örtülü sermaye” ve “transfer fiyatlaması” konularına da dikkat etmemiz gerekecektir ki bu başlı başına ayrı bir analize ihtiyaç duyar.

“Sihirli formül” ya da “olmak ya da olmamak”

“Bu kadar karmaşık vergisel konularla uğraşmak istemiyorum yok mu bunun sihirli bir formülü?” diye sorarsanız diye bir de sihirli formül hazırladım sizler için! Yurt dışında yerleşik, ortak ya da ortakla ilişkili olmayan bir banka ya da finans kurumundan ortalama vadesi bir yıldan uzun döviz cinsinden borçlanarak bu yazımızda sözünü ettiğimiz tüm vergi yüklerinden arınmış bir finansman sağlamanız mümkün olabilecektir.

Ersun Bayraktaroğlu

PwC Türkiye Vergi Hizmetleri Ortağı

(Gayrimenkul Türkiye Dergisi - Temmuz 2011)

vergiportali.com/

Kredi Kullandırımının Özellikli Durumları



Kredi Kullandırımının Özellikli Durumları


 

.

Her firma her zaman gereksinim duyduğu krediyi bulamaz. Bu durumda başka şirket üzerinden kredi kullanma yoluna gider. Ya da başka şirketlerin kefil, garantör olması yoluyla kredi kullanır. Ülkemiz koşullarında genellikle grup şirketlerinden kredibilitesi olan şirket adına alan kredi tüm grup şirketleri için kullanmaktadır.

 
Örtülü Sermaye Açısından

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 12'nci maddesinin birinci fıkrasında, kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmının, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılacağı belirtilmiş olup, altıncı fıkrasında ise kurumların iştiraklerinin, ortaklarının veya ortaklarla ilişkili kişilerin, banka ve finans kurumlarından ya da sermaye piyasalarından temin ederek aynı şartlarla kısmen veya tamamen kullandırdığı borçlanmaların örtülü sermaye sayılmayacağı hükme bağlanmıştır.

Alınan kredilerin ihtiyacı olan diğer grup şirketlerine aynı şartlarla kısmen veya tamamen aktarılması halinde, aktarılan bu kredilerin 136 Diğer Çeşitli Alacaklar, 336 Diğer Çeşitli Borçlar ve borcun vadesi bir yılın üzerinde olanların 436 Diğer Çeşitli Borçlar Hesabı’ nda takip edilmesi doğru değildir. Zira, kredi kullandırılması işleminin işletmenin esas ticari faaliyeti ve bu faaliyetin doğal sonuçları ile doğrudan bir ilgisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, bu tür kredi kullandırma işlemlerinin 198 Diğer Çeşitli Dönen Varlıklar Hesabında takip edilmesi en doğrusu olacaktır.

.

KDV Açısından

İlişkili kişi olsun veya olmasın borç para verilmesi bir hizmet olduğundan FAİZ ve KUR FARKI (vade farkı sayıldığından) ayrıca KDV’ ne tabidir. Birebir aktarılan kredide şirket kendi parasını vermediği için hizmet söz konusu değildir. Bu sebeple birebir devredilen krediye ait faiz ve kur farkı ödemeleri KDV’ ne tabi olmadığı görüşündeyiz. Ancak bu konuda kanunlarda çok açık hüküm olmadığı için aksi görüşlerde bulunmaktadır.

.

Masraf ve diğer girdi tedarikinin, tedariki yapanın şahsına bağlı olarak KDV’siz sağlanması durumunda, yansıtmaya bağlı bir mükellefiyetin doğmayacağı kabulü gerekir. KDVK 17/4-g maddesinde Darphane ve Damga Matbaası tarafından yapılan teslim ve hizmetler KDV’den istisna edilmiştir. Bir kuyumcunun başka bir kuyumcu adına Darphaneden KDV’siz alacağı hizmeti asıl ilgilisi olan kuyumcuya yansıtması durumunda KDV istenemez. Asıl muhatabın hizmeti doğrudan alması durumunda KDV ödenmeyeceği durumda, araya bir mükellefin girmesinin farklı bir sonuca yol açacağı kabul edilemez.

.
KDVK’nun 17/4-e maddesinde, banka ve sigorta muameleleri vergisi kapsamına giren işlemler ile sigorta acente ve prodüktörlerinin sigorta muamelelerine ilişkin işlemleri KDV’den istisna edilmiştir. Buna göre holding şirketin, yurt içi ve yurt dışındaki banka ve finans kuruluşlarından sağladığı krediler nedeni ile ödenen faiz, komisyon ve bunlara ilişkin kur farkları KDV’ye tabi değildir. Holding şirketin sağladığı krediyi birebir aynı koşullarda, vade, faiz, masraf aynı ancak bölümler halinde ya da parça grup şirketlerine yansıtması da KDV’ye tabi değildir.

.

KDV hesaplanmayan masrafların yansıtılmasında kesinlikle KDV hesaplanmaması gerekmektedir.Aynen bankadan alınmış olan Teminat mektubuna ait komisyonun bir üst firmaya (bayisi olunan) birebir yansıtılmasında KDV hesaplanmaması gibi.

.

Transfer Fiyatlandırması Açısından

Ancak yine konuyla ilgili olarak Transfer Fiyatlandırması yolu ile örtülü kazanç hususuna bakıldığında şirketin bankadan temin ettiği krediyi aynı faiz oranı ve masrafları ile ilişkili şirketlerine kullandırması işlemi, krediyi kullandıran şirket tarafından ilişkili kişiye sunulan bir finansman hizmeti mahiyetinde olup, söz konusu finansman hizmetinin ilişkisiz bir gerçek kişi veya kuruma verilmesi durumunda verilen bu hizmet karşılığı ilişkisiz kişiden bir bedel talep edileceğinden, bu hizmetin ilişkili kişiye verilmesi durumunda da verilen hizmet karşılığı bir bedelin talep edileceği tabiidir.

.

1 Seri Nolu Transfer Fiyatlandırması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı Hakkında Genel Tebliğinin 5- Emsallere Uygun Fiyat ya da Bedelin Tespitinde Kullanılan Yöntemler bölümünde konuya bir örnek ile değinilmiş ve aşağıdaki örnek verilmiştir.

 .

Örnek 6 :
Türkiye’de tam mükellef (A) Kurumu, dolaylı ortağı olan (B) Kurumuna faizsiz olarak 5 milyon YTL borç para vermiş olup, dönem boyunca (X) Bankasına olan borçlarına ise yıllık % 20 faiz ödemiştir. Örneğimizde örtülü sermaye yönünden yapılacak değerlendirme ihmal edilmektedir.

.
Söz konusu şirket dolaylı ortağına faizsiz olarak para kullandırmak suretiyle emsallere uygunluk ilkesine aykırı bir işlem yaptığından, ilişkili kişiler arasındaki bu işlemde emsallere uygun bedelin tespiti yapılmalıdır.

.

Peki Transfer fiyatlandırması açısından emsal olarak alınması gereken ortalama faiz nedir?
Bu tutarın aynen bankadan alınan kredi komiyon yada faiz oranı kadar olması beklenemez zira ortada bu işten kazanç amacı güdülmek gayesiile yapılmış bir işlem yoktur.Ancak illaki bir emsal olması gerekirse
17.12.2009 tarihli Resmi Gazete’de 4749 Sayılı Kanun Kapsamında Dış Finansman Sağlanmasına İlişkin Usul Ve Esaslara Dair Yönetmelik yayımlandı. Yönetmeliğin  “Garanti Ücreti” başlıklı 17’nci maddesinde “lehine Hazine geri ödeme garantisi verilen kuruluştan bir defaya mahsus olmak üzere kuruluşun mali durumu, kuruluşa daha önceden garantili ve ikrazlı kredi sağlanmış olması halinde söz konusu kredilerin geri ödeme performansı ve sağlanan kredinin finansman koşulları gibi kriterleri dikkate alarak garanti edilen tutarın %1’ine kadar garanti ücreti” tahsil edilecek.

.

Dolayısıyla kredi kefaleti verme veya kredi bulma karşılığında alınacak ücret için bu oran emsal alınabilir. Yani ister ortağına isterse holdinge baglı başka şirketlere yada grup şirketlerine kredi kullandıran şirketlere kullandırdıkları kredi tutarının yüzde biri oranında komisyon geliri ve bu gelir üzerinden de KDV hesaplanması olacaktır.

.

Örnek vermek gerekirse;
A şirketinin finansman güçlüğü nedeniyle kredi alamayan B şirketine aracılık ederek bankadan almış olduğu 500.000 TL kredi aslı için yapması gereken işlemler;
Kdv istisnasından faydalanabilmek için faiz ve masraflar ile krediyi aynen B şirketine yansıtması bu aracılık nedeniyle Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı açısından emsallerine uygun olarak kredi aslı üzerinden %1 komisyon geliri elde etmesi ve komisyon nedeniylede %18 Kdv hesaplaması gerekmektedir...

Nitekim konuyla ilgili olarak Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığının B.07.1.GİB.04.99.16.01/2-MUK Sayılı müktezasıda bu yönde olup müktezanın aslı aşağıda eklenmiştir.

.

.
T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı
Mükellef Hizmetleri Grup Müdürlüğü


.
Sayı: B.07.1.GİB.04.99.16.01/2-MUK…..
İlgi : a) ../…/2009 tarihli dilekçeniz.
b) ../…/2010 tarih ve ………. sayılı yazımız.

İlgi (a)'da kayıtlı dilekçenizde sorulan hususlar ile ilgili olarak ilgi (b) yazımızla cevap verilmiş olup, Gelir İdaresi Başkanlığı'ndan alınan ../../2010 tarih ve ……… sayılı yazıda;

"…..

Kurumlar vergisi kanunu yönünden:
-Örtülü sermaye açısından;

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 12'nci maddesinin birinci fıkrasında, kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmının, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılacağı belirtilmiş olup, altıncı fıkrasında ise kurumların iştiraklerinin, ortaklarının veya ortaklarla ilişkili kişilerin, banka ve finans kurumlarından ya da sermaye piyasalarından temin ederek aynı şartlarla kısmen veya tamamen kullandırdığı borçlanmaların örtülü sermaye sayılmayacağı hükme bağlanmıştır.

1 seri numaralı Kurumlar Vergisi Genel Tebliği'nin "12.2.2. Banka ve finans kurumlarından temin edilerek kullandırılan borçlar" başlıklı bölümünde, kurumların iştiraklerinin, ortaklarının veya ortaklarla ilişkili kişilerin banka veya finans kurumlarından ya da sermaye piyasalarından temin ederek aynı şartlarla, yani kredi sözleşmesinin içerdiği vade, faiz oranı ve benzeri kullandırma şartlarında herhangi bir değişiklik yapılmadan kısmen veya tamamen kullandırdığı borçlanmaların, örtülü sermaye kapsamı dışında tutulduğu; kredibilitesi olan grup şirketinin, anılan kaynaklardan temin edip ihtiyacı olan diğer grup şirketlerine aynı şartlarla kısmen veya tamamen aktardığı kredilerin, örtülü sermaye tutarının tespitinde borç olarak dikkate alınmayacağı belirtilmiştir.

Buna göre, söz konusu şirketin bankadan temin ettiği krediyi, kredi sözleşmesinin içerdiği vade, faiz oranı ve benzeri kullanma şartlarında herhangi bir değişiklik yapmadan ilişkili kişilerine kullandırması durumunda, söz konusu krediler örtülü sermaye tutarının tespitinde borç olarak dikkate alınmayacaktır.

Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı açısından;

Aynı Kanunun 01.01.2007 tarihinde yürürlüğe giren 13üncü maddesinin birinci fıkrasında, kurumların ilişkili kişilerle emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit ettikleri bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım ya da satımında bulunması durumunda, kazancın tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılmış sayılacağı; alım, satım, imalat ve inşaat işlemleri, kiralama ve kiraya verme işlemleri, ödünç para alınması ve verilmesi, ikramiye, ücret ve benzeri ödemeleri gerektiren işlemlerin her hal ve şartta mal veya hizmet alım ya da satımı olarak değerlendirileceği belirtilmiştir.

Anılan maddenin üçüncü fıkrasına göre, emsallere uygunluk ilkesi ilişkili kişilerle yapılan mal veya hizmet alım ya da satımında uygulanan fiyat veya bedelin, aralarında böyle bir ilişkinin bulunmaması durumunda oluşacak fiyat veya bedele uygun olmasını ifade etmektedir.

Konuya ilişkin ayrıntılı açıklamalara 1 seri numaralı Transfer Fiyatlandırması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı Hakkında Genel Tebliği'nde yer verilmiştir.

Bu çerçevede, şirketin bankadan temin ettiği krediyi aynı faiz oranı ve masrafları ile ilişkili şirketlerine kullandırması işlemi, krediyi kullandıran şirket tarafından ilişkili kişiye sunulan bir finansman hizmeti mahiyetinde olup, söz konusu finansman hizmetinin ilişkisiz bir gerçek kişi veya kuruma verilmesi durumunda verilen bu hizmet karşılığı ilişkisiz kişiden bir bedel talep edileceğinden, bu hizmetin ilişkili kişiye verilmesi durumunda da verilen hizmet karşılığı bir bedelin talep edileceği tabiidir.

Dolayısıyla, adı geçen şirketin bankadan temin ettiği krediyi aynı faiz oranı ve masrafları ile ilişkili kişilere kullandırması işleminde, finansman hizmetine ilişkin bedelin Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 13 üncü madde hükmü ile anılan tebliğde yapılan açıklamalara göre belirlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, bankadan temin edilerek aynı şartlarda ilişkili şirketlere kullandırılan kredi için transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı hükümlerine göre belirlenecek emsallere uygun bir bedelin alınması, kredinin aynı şartlarla kullandırılması şartının ihlali anlamına gelmeyecek, dolayısıyla söz konusu borçlar örtülü sermaye sayılmayacaktır.

Katma Değer Vergisi Kanunu yönünden;

KDV Kanunu'nun 1/1'inci maddesinde, Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin KDV'ye tabi olduğu, 4 üncü maddesinde, hizmetin teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler olduğu, 17/4-e maddesinde de, banka ve sigorta muameleleri vergisi kapsamına giren işlemlerin KDV'den istisna olduğu hükme bağlanmıştır.

Öte yandan, 6802 Sayılı Gider Vergileri Kanunu'nun 28'inci maddesinin ikinci fıkrasında "Bankerlerin yapmış oldukları banka muamele ve hizmetleri dolayısıyla kendi lehlerine her ne nam ile olursa olsun nakden veya hesaben aldıkları paralar (kendileri veya başkaları hesabına menkul kıymet alıp satmayı, alım-satıma tavassut etmeyi veya alıp sattıkları menkul kıymet karşılığı borçları ödemeyi taahhüt etmeyi meslek haline getirenlerin bu faaliyetleri dolayısıyla lehlerine kalan paralar ile mevduat faizli vermek veya sair adlarla faiz ve benzeri menfaatler sağlamak üzere devamlı olarak para toplama işiyle uğraşanların topladıkları paralara sağladıkları gelir ve menfaatler üzerinden komisyon, ücret, hizmet karşılığı gibi adlarla aldıkları paralar dahil) da banka muameleleri
vergisine tabidir." Hükmü yer almakta olup son fıkrasında ise, 2279 Sayılı Kanun'a göre ikraz işleriyle uğraşanlarla ikinci fıkrada belirtilen muamele ve hizmetlerden herhangi birini devamlı olarak yapanların bu kanunun uygulanmasında banker sayılacağı belirtilmektedir.

Bu hükümler uyarınca, faiz karşılığı borç para verilmesi işi ile devamlı olarak uğraşanlar banker sayılmaktadır. 6802 Sayılı Kanun'da belirtilen borç para verme işinin devamlı olarak yapılmasından maksat; aynı takvim yılı içinde birden fazla kişiye ya da birden fazla olmak üzere bir kişiye veya birbirini izleyen yıllarda bir ya da birden çok kişiye ödünç para verilmesidir.

Buna göre; borç verme işinin devamlılık arz etmemesi halinde banka ve sigorta muameleleri vergisi kapsamına girmeyeceğinden KDV Kanunu'nun 1/1'inci maddesine göre finansman hizmeti olarak değerlendirilerek KDV'ye tabi tutulması gerekmektedir.
Bu şekilde kredi kullandırılması durumunda vergilemenin nasıl olacağı konusunda şimdiye dek başka şirketlere kullandırılmış olan kredilerin maliyetlerinin aynen aktarılıp aktarılmadığına bakıldı. Bunun nedeni de yararı sağlayanın maliyeti yüklenmesi gereği idi. Vergi hukukumuzda Gelir Vergisi Kanununun 40’ıncı maddesinin birinci bendinde yer alan safi ticari kazancın tespitinde kazancın elde edilmesi ve sürdürülebilmesi için yapılan giderlerin indirilmesi kuralının ve esas olarak maliyetin tespitine ilişkin muhasebe kurallarının da gereği budur. Sonuçta yargının da kredi maliyetlerinin aynen aktarılması durumunda, bir hizmet bedeli alınmamış olması hizmet de bulunmadığına karine görmesi ve KDV’yi doğuran olay olmadığı yönünde karar verilmesi ile sorun çözümlenmiş oldu.

Yıldırım ERCAN
www.huseyinust.com

Blog Arşivi