Facebook Takip edebilirsiniz

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Sanal genel müdür

Sanal genel müdür


 

Ticari temsilci, işletme sahibinin, ticari işletmeyi yönetmek ve işletmeye ilişkin işlemlerde ticaret unvanı altında, ticari temsil yetkisi ile kendisini temsil etmek üzere, açıkça ya da örtülü olarak yetki verdiği kişi olarak tanımlanır. (TBK m.547/1)

Bu tanıma göre, ticari temsilciye verilen yetki hem yönetim hem de temsile ilişkindir.

Örneğin; anonim şirkette bir ticari temsilci genel müdür sıfatı ile atanabilir.

Böylesi bir atama ile, ticari temsilci sıfatı olan genel müdüre, anonim şirketi doğrudan doğruya temsil yetkisi verilmektedir.

Ayrıca, şirketi yönetim yetkisi bulunmaktadır.

Bilindiği üzere, anonim şirketi yönetim kurulu yönetir ve temsil eder.

Anonim şirket yönetim kurulu, genel kurulda seçildikten sonra yapacağı ilk toplantıda kendi arasında iş bölümü yapar.

Yönetim kurulu başkanı, başkan yardımcısı ve üye olan kişileri belirler.

Yönetim kurulu kendi arasında iş bölümünü yaptıktan sonra hem yönetim hem de temsille ilgili karar alır.

Bu karar ile, yönetim kurulu başkanı, başkan yardımcısı ile üyelerin yönetim ve temsil yetkileri ile bunların kapsamı ve ne şekilde kullanılacağı hususları belirlenir.

Böylece, anonim şirket yönetim kurulu başkanının kullanacağı yönetim ve temsil yetkisinin kapsamı ile kullanış biçimi belirlenmiş olmaktadır.

Kuşkusuz, anonim şirket yönetim kurulunun almış olduğu bu kararların şirket merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret sicil müdürlüğüne bildirilmesi ve Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edilmesi gerekir.

Uygulamada, böylesine iş bölümü ve yönetimi ile temsil konusunda karar alan bazı anonim şirketlerin yönetim kurulu kararı ile yetki verilen yönetim kurulu başkanı, başkan yardımcısı ya da üyelerden birini genel müdür sıfatı ile ticari temsilci atadığı görülmektedir.

Atanan genel müdüre ayrıca anonim şirketle ilgili yönetim ve temsil yetkisi de verilmektedir.

Atanan genel müdür, bu sıfatı ile anonim şirket yönetmekte, hukuki iş ve işlemleri gerçekleştirmektedir.

Acaba, bu durum yasa önünde geçerli midir?
Genel müdür ataması ve kendisine verilen yönetim - temsil yetkileri hukuken geçersizdir.

Konu ile ilgili diğer bir sorun ise, böylesine hukuken geçersiz olan anonim şirket yönetim kurulu kararının sicil hukuku yönünden sicile tescilinin talebi halinde, ilgili sicil müdürlüğünün durumu resen, nazara alıp alamayacağıdır.

Yazar : Dr. Mevci Ergün
Eko Haber

kaynak : http://www.huseyinust.com/Thread-Sanal-genel-mudur

Açık Artırma ile Araç Satan İşletmelerde KDV Durumu


Açık Artırma ile Araç Satan İşletmelerde KDV Durumu


.

Son birkaç yıldır otomotiv sektöründe yaşanan gelişmeler, alternatif alımların ve arzın artmasına neden oldu. Yeni otomobillerin fiyatlarının düşmesi ve enflasyonun da gerilemesi ile gerileyen oto kredi faizleri de bu duruma eklenince otomobil alımı hız kazandı.

.
Bu gelişmeler 2. el otoların cazibesinin ve talebinin artmasına neden olurken firmaları alternatif satış kanalları üzerine yoğunlaştırmıştır. Bunlardan biri olan açık artırmayla 2. el oto satışı tassaruf sahiplerinin yeni alım merkezleri haline gelmiştir. Bu cazibeyi artıran hususlar ise alıcılara açık, şeffaf bir piyasa sunması ve araçların kaza durumları gibi detayları gösteriyor olması bu sektörün daha hızla yükselmesine sebep olmaktadır.

Yazımızda açık artırma ile araç satan işletmelerin KDV karşısındaki durumu üzerinde durulacaktır.

a)Binek Otomobil Alımında KDV İndirimi

3065 sayılı Kanunun 30.maddesinin b bendi hükmüne göre, faaliyetleri kısmen veya tamamen binek otomobillerinin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi faaliyeti ile uğraşan mükelleflerin bu amaçla kullandıkları hariç olmak üzere işletmelere ait binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen KDV indirilemez. Hükmü yer almaktadır.

Binek otomobillerini işletmekden kastedilen durum ise, sürücü kursları, gerçek usulde vergilendirilen taksi işletmeciliği, kiralama (rent a car) işi yapan mükellefler iktisap ettikleri binek otomobilleri ile ilgili indirim hakkından yararlanabilmektedirler. Ancak mükelleflerin işletme amacı dışında iktisap ettikleri binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen KDV’lerinin indirimi mümkün değildir. İndirimi yapılmayan bu vergi işin mahiyetine göre gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınabilecektir.[1] Danıştay,9.D. 26.09.2006 Tarih E.2005/679, K.2006/3400 sayılı kararında, araba kiralama faaliyeti ile uğraşan davacı şirketin, aktifinde bulunan iki adet aracı oto kiralama faaliyetinde kullanmaması halinde, bu otomobillerin alış faturalarında gösterilen Katma Değer Vergisinin indirim konusu yapılamayacağı ilişkin vergi mahkemesi kararını onamıştır.

Finansal kiralama yoluyla iktisap edilen binek otomobillerin kira bedelleri dolayısıyla yüklenilen KDV’nin indirimi Kanununun 30/b maddesi uyarınca kabul edilmemektedir. İndirilemeyen bu vergiler doğrudan gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınabilecektir. [2]

Ticari nitelikte olmasına rağmen, ............ Doblo Combi tarzı araçların binek otomobil olarak değerlendirilmesi nedeni ile KDV’lerinin indirim konusu yapılamamaktadır. Bursa Vergi Dairesinin 12.04.2007 Tarih ve B.07.1.GİB.4.16.16-02 / 554 sayılı özelgesinde ........... Doblo Combi 1.9 JTD Active marka taşıt binek otomobil niteliğine haiz olduğundan bu taşıtın satın alınması dolayısıyla yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapamayacağını açıklamıştır.

Gümrük giriş tarife cetvelinin 87.03 Tarife pozisyonunda” Binek otomobilleri 87.03 de tanımlanmış olup esas itibariyle insan taşımak üzere imal edilmiş diğer motorlu taşıtlar(87.02 sınıfına girenler hariç) 87.04 pozisyonunda ise Eşya taşımaya mahsus motorlu taşıtlar sayılmış olup Fiat Doblo Combi kapalı kasa, çift sıra koltuklu araçlar 87.03 tarife pozisyonunda sayılan binek otomobil kapsamında yer almaktadır.

Binek Otomobiline Dönüştürülen Araçlarda KDV İndirimi durumu ise, 87.04 tarife pozisyonundaki panelvan veya kamyonet olarak satın alınan araçlara ödenen KDV, alımın yapıldığı dönemde indirim konusu yapılabilecektir. Ancak bu şekilde araç satın alındıktan sonra, arkaya koltuk eklenmek, cam açmak gibi tadilatlar yapılarak aracın 87.03 tarife pozisyonundaki binek otomobili veya (8+1) kişi taşımak üzere imal edilmiş araca dönüştürülmesi halinde, indirim konusu yapılan verginin Kanun’un 30/b maddesine göre düzeltilmesi gerekmektedir. Düzeltme işlemi, daha önce indirim konusu yapılmış olan KDV’nin, dönüşümü yapılan aracın trafik siciline kayıt ve tescil ettirildiği dönem beyannamesinde hesaplanan KDV’ye ilave edilmek suretiyle yapılabilecektir. Bu şekilde indirim hesaplarından çıkarılacak olan KDV’nin ise doğrudan gider veya maliyete intikal ettirilmek suretiyle telafi edilebilecektir.

Aynı husus, 87.02 tarife pozisyonunda satın alınan minibüslerin, koltukları sökülmek suretiyle 87.03 tarife pozisyonuna giren araçlara dönüştürülmesi halinde de geçerlidir. Örneğin 10 koltuklu minibüs olarak satın alınıp KDV’si indirim konusu yapılmış olan aracın, bir sıra koltuğu sökülerek makam aracı haline getirilmesi, aracın binek otomobiline dönüştürülmesine neden olacağından, aracın bu şekilde trafiğe tescil ettirileceği dönemde indirilen KDV’nin düzeltilmesi gerekecektir.

b) Açık Artırma İle Satış Yapılan Araçların KDV İndirim Durumu:

.
Söz konusu konu ile ilgili olarak yeni tarihli verilen bir mukteza da yer alan açıklamalar doğrultusunda konuya yön vermek gerekir ise,

İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen B.07.1.GİB.4.34.17.01-KDV. 28-25-40013 Muktezada
“KDV Kanununun 28 inci maddesinin Bakanlar Kurutuna verdiği yetkiye dayanılarak yayımlanan 2007/13033 sayılı Kararname ile mal teslimi ve hizmet ifalarına uygulanacak KDV oranlan belirlenmiştir. Kararname eki (I) sayılı listenin 9 uncu sırasına göre, TGTC nin 87.03 tarife pozisyonunda yer alan binek otomobilleri ve esas itibariyle insan taşımak üzere imal edilmiş diğer motorlu taşıtlardan kullanılmış olanların teslimlerinde % 1. KDV Kanununun 30/b maddesine göre binek otomobillerinin alımında yüklenilen KDV yi indirim hakkı bulunan mükelleflerin bu araçları tesliminde ise % 18 oranında KDV uygulanmaktadır.

Söz konusu Kararnamenin 1 inci maddesinin 5 inci fıkrasındaki) sayılı listenin 9 uncu sırasında yer alan "kullanılmış" deyiminin 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununa göre ÖTV ye tabi olmayan taşıtları ifade edeceği belirtilmiştir.

2008/13426 sayılı BKK ekli Kararnamenin 2 nci maddesinde ise, KDV Kanununun 30 uncu maddesinin (b) bendine göre binek otomobillerin alımında yüklenilen KDV yi indirim hakkı bulunan mükelleflerin, kiralamak veya çeşitli şekillerde işletmek üzere iktisap ettikleri ve 31/12/2007 tarihi itibarıyla aktiflerinde veya envanterlerinde bulunan binek otomobillerinin iktisap tarihinden itibaren 2 yıl geçtikten sonra teslime konu olması halinde bu teslimde % 1 oranında KDV uygulanacağı ifade edilmiştir.

Öte yandan, Kanunun 30/b maddesinde ise faaliyetleri kısmen veya tamamen binek otomobillerinin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olanların bu amaçla kullandıkları hariç olmak üzere işletmelere ait binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen KDV nin vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan KDV den indirilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

Ayrıca, 54 No.lu KDV Sirkülerinde kullanılmış araç satışında uygulanması gereken KDV oranı; 57 No.lu KDV Sirkülerinde de binek otomobillerin alımında ödenen KDV nin indirim konusu yapılamayacağı hakkında gerekli açıklamalar yapılmıştır.

Buna göre,
Şirketinizin KDV Kanununun 30/b maddesine göre binek otomobillerin alımında yüklendiği KDV yi indirim hakkı bulunmaması nedeniyle, 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesine ekli I sayılı listenin 9 uncu sırasına istinaden söz konusu kullanılmış binek otomobillerin teslimi %1 oranında KDV ye tabi tutulacaktır.

Kullanılmış binek otomobillerin satın alınıp işletme adına kayıt ve tescil ettirildikten sonra satışa sunulmasında alış sırasında satıcının durumuna bağlı olarak % 1 veya % 18 olarak ödenen KDV nin indirim konusu yapılması mümkün olmayıp gider veya maliyet olarak dikkate alınması gerekmektedir” denilmektedir.

Sonuç:
Alternatif satış şekilleri ile 2. El binek araçların satıldığı bu piyasalarda KDV durumu, faaliyerleri kısmen veya tamamen binek otomobillerinin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi faaliyeti ile uğraşan mükelleflerin dışında olan firmalarla aynı durumu içermektedir.
________________________________________

[1] Nuri Değer, Açıklamalı ve Uygulamalı Katma Değer Vergisi Kanunu
[2] Sedat Ünalan, Serbest Meslek Erbabınca Kiralanan Taşıtların Giderleri ve KDV İndirimi

N.Erdem Teksoy (Deloitte Müdür Yardımcısı, Vergi Hizmetleri / SMMM)
Lebib Yalkın Dergisi Ağustos 2011

kaynak : http://yildirimercan.blogspot.com/2011/08/ack-artrma-ile-arac-satan-isletmelerde.html

İş Sözleşmesine İstinaden İşçiden İşe Girerken Senet Alınabilir mi? Bu Anlaşmazlıkların Çözümünde Görevli Mahkeme Hangisidir?


İş Sözleşmesine İstinaden İşçiden İşe Girerken Senet Alınabilir mi? Bu Anlaşmazlıkların Çözümünde Görevli Mahkeme Hangisidir?


 

İş Kanunu’nun(1) tanım ve şekil başlıklı 8. maddesinde, İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. İş sözleşmesi, Kanun’da aksi belirtilmedikçe, özel bir şekle tâbi değildir.”şeklinde tanımlanmaktadır.

I- GİRİŞ

Yine İş Kanunu incelendiğinde işverenin işyerinde çalışması amacıyla işe aldığı işçisinden senet alınacağı veya alınması gerektiği yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır.

Bu çalışmamızda işverenin işçisini işe alırken kendisinden senet alabilir mi sorusunun cevabını bulmaya çalışacağız ve senet alması halinde aldığı bu senet ile ilgili işçisi ile uyuşmazlığa ve anlaşmazlığa düştüğünde bu davaların çözüm yerinin hangi mahkemeler olduğu Yargıtay kararları çerçevesinde değerlendirilecektir.

II- İŞ SÖZLEŞMESİNE İSTİNADEN İŞÇİDEN İŞE GİRERKEN SENET ALINABİLİR Mİ?

İş Kanunu incelendiğinde işverence işe alınan işçilerden senet alınacağı veya alınması gerektiği ile ilgili herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Yine İş Kanunu’nda işe başlarken işçiden senet alınması halinde işverene Kanun’da sayılan cezai hükümler uygulanır demek de doğru olmayacaktır. Her ne kadar kanun da lehte veya aleyhte düzenlemeler bulunmasa da uygulama da işverenler tarafından işçilerden senet alındığı bilinmekte ve bu konu ile ilgili alınmış Yargıtay kararlarının da olduğu görülmektedir.

Yargıtay kararlarını incelemek gerekirse, Yüksek Mahkemece verilen bir Karar’da, “İşçi ve işverenin taraf oldukları iş ilişkisinde başlangıçta işe girerken, işverenin teminat amacı ile bu tür senetler aldığı uygulama da görülmektedir.Kuşkusuz bu durumun kanıtlanması halinde bu şekilde alınan senet, teminat senedi niteliğinde sayılmalıdır.

Diğer taraftan, İş Hukuku; işçi ve işveren ilişkisinde, işverenin sosyal ve ekonomik bakımından güçlü olması, işçinin korunması ve işçi lehine yorum ilkeleri dikkate alınarak, sözleşme hukuku alanında ayrılmış ve farklı kurallar getirerek gelişmiştir. Bu nedenle iş hukukunda, düzenlenen belgelere karşı işçi lehine tanık dinletilmesi yoluna gidilmektedir. Somut olayda, mahkemece yapılacak iş, yukarıdaki ilkeler doğrultusunda dava konusu senedin teminat senedi olarak verilip verilmediği konusunda davacının gösterdiği tanıklar dinlenmeli, tarafların delilleri toplanmalı, elde edilecek verilere göre karar vermekten ibaret olmalıdır. Eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.”(2) denilmektedir.

Mahkemece verilen bir başka Karar’da, “İş hukuku, işçi ve işveren ilişkisinde işverenin sosyal ve ekonomik bakımından güçlü olması, işçinin korunması ve işçi lehine yorum ilkeleri dikkate alınarak, sözleşme hukuku alanından ayrılmış ve farklı kurallar getirerek gelişmiştir.

Bu nedenle iş hukukunda, düzenlenen belgelere karşı işçi lehine tanık dinletilmesi yoluna gidilmektedir. Somut uyuşmazlıkta, davalı şirket tarafından, icra takibine konu edilen senedin teminat senedi olduğu yolunda senet üzerine bir kayıt olmadığı gibi, bu senedin teminat senedi olduğuna dair bir sözleşmede bulunmamaktadır. Ancak teminat senedinin düzenleme tarihi ile davacının işe giriş tarihi aynıdır davacının yaklaşık iki ay süre ile davalı işyerinde çalıştığı sabittir. Davacı tanıkları, işverenin ilerde gerçekleşme ihtimali ile işçinin vereceği zararlara karşılık her işe giren işçiden bu tür senet alındığını beyan etmişlerdir. Dava konusu senedin vade tarihi ve nakden ibaresinin daha sonra yazıldığı da bilirkişi raporu ile saptanmıştır. Davalı şirket temsilcisinin, teminat niteliğindeki senedi icraya koymasından dolayı, Asliye Ceza Mahkemesinde yargılandığı ve mahkûm olduğu da anlaşılmıştır. Şirket kayıtlarında davalı işyerinde çalışan davacıya borç para verildiğine ve karşılığında senet alındığına dair bir kayıt bulunmamaktadır. Somut bu maddi olgulara göre, takibe konulan senedin işe girerken davacılardan alındığı, teminat senedi olduğu, davacıların borçlu olmadığı anlaşıldığından, senedin iptaline ilişkin isteğin kabulü yerine reddine karar verilmesi hatalıdır.”(3) denilmektedir.

Her iki Yargıtay Kararı’nda da görüleceği gibi işverenler işe aldıkları işçilerden teminat senedi adı altında senet almışlardır. Alınan senetlerin genelde işverenlerin ileride gerçekleşebilecek zararlar ya da işçinin hak ettiği ücret, kıdem, hafta tatili, fazla mesai vb. alacakları için oluşacak sıkıntılarda işçiler aleyhinde kullanılmak isteğiyledir. Burada İş Kanunu’nun işçi ve işveren ilişkisinde işverenin sosyal ve ekonomik bakımından güçlü olması, işçinin korunması ve işçi lehine yorum ilkeleri dikkate alınarak alınacak kararlarda iş hukukunda, düzenlenen belgelere karşı işçi lehine tanık dinletilmesi tarafların delilleri toplanmalı, elde edilecek verilere göre karar verilmesi yoluna gidilmektedir.

Yüksek Mahkemece alınan başka bir Karar’da, Uyuşmazlık, dosya içeriğinde bulunan istifanın ve buna bağlı feshin hukuki sonuçları noktasında toplanmaktadır. Davacı, dava dilekçesinde haklı neden göstermeden ve ayrıca tazminat haklarının ödeneceği beyan edilerek is sözleşmesinin fesih edildiğini ve daha sonra tazminatının ödenmesi koşulu ile istifaname imzalattırıldığı, ayrıca da ise girişte imzalatılan senet ile icra tehdidinde bulunulduğunu ifade etmiştir. Gerçektende davacı tarafından 09.01.2005 tarihli ihtarnamede, dava dilekçesinde belirttiği olgular tekrar edilmiş, baskı ile kendisinden imzalı istifa dilekçesi alındığı ileri sürülmüştür. Yine taraflar arasındaki iş sözleşmesinin 14. maddesinde cezai şart düzenlenmiştir. Tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde davacı işçiden işveren tarafından ise girişte senet alındığı ve bu senet tehdidi ile iş sözleşmesinin feshine esas alınan istifa belgesinin serbest irade ile imzalanıp imzalanmadığı olgusunun önemi ortaya çıkmaktadır. Davanın sonucuna etkili olan senet alma işlemi hakkında mahkemece yeterli araştırma yapılmamıştır. İşverenin diğer işçilere de bu tür bir uygulama yapılıp yapılmadığının HUMK’un 75. maddesi doğrultusunda araştırmanın gereği ortaya çıkmaktadır. Mahkemece kuşkuya yer verilmeyecek şekilde yukarıdaki sorunların ortaya çıkarılması gerektiğinde olayın bu özelliğine ilişkin ispat kurallarının gündeme getirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma sonucu verilen karar hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.”(4) denilmiştir.

Bu Karar’da işçiden işveren tarafından işe girişte senet alındığı ve bu senet tehdidi ile iş sözleşmesinin feshine esas alınan istifa belgesinin serbest irade ile imzalanıp imzalanmadığı olgusunun önemli olduğu belirtilmiştir.

Çalışmamız içerisinde her ne kadar işe başlarken işçiden senet alınması İş Kanunu yönünden ayrı bir suç teşkil etmediği belirtilmiş olmasına rağmen bazı durumlarda Türk Ceza Kanunu’nun “İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali” başlıklı 117/4. maddesinde “Cebir veya tehdit kullanarak, işçiyi veya işverenlerini ücretleri azaltıp çoğaltmaya veya evvelce kabul edilenlerden başka koşullar altında anlaşmalar kabulüne zorlayan yada bir işin durmasına, sona ermesine veya durmanın devamına neden olan kişiye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir.”(5) şeklinde düzenleme öngörmüştür. İşe girişte işçiden senet alınması ve bu senet tehdidi ile iş sözleşmesinin feshinde işçinin istifa dilekçesi vermeye zorlanması kanaatimizce yukarıda belirtilen kanun hükmü anlamında suç teşkil eder(6).

III- ANLAŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜMÜNDE GÖREVLİ MAHKEME HANGİSİDİR?

İşverenlerce işe girişlerde senet alınması sonucu ortaya çıkan anlaşmazlıklar da görevli mahkemenin tespiti ile ilgili de Yüksek Mahkemece alınmış kararlara bakmak gerekirse, mahkemenin aldığı bir Karar’da, “Dava, işe girerken verilen boş teminat senedinin anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiasına dayalı menfi tespit davasıdır. Taraflar arasında işçi işveren ilişkisi bulunduğu çekişmesizdir. İddia, savunma ve dosya kapsamındaki delillere göre uyuşmazlığın çözümünün iş mahkemesine ait olduğu gözetilerek dava dilekçesinin görev yönünden reddi gerekirken, işin esası incelenerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.” (7) denilmektedir.

Yüksek Mahkemece alınan başka bir Karar’da, “Davacı vekili müvekkilinin işe alınmadan önce davalıya boşa imzalı senet verdiğini davalının yanında işçi olarak çalıştıktan sonra ayrılırken senedin kaybolduğu gerekçesiyle iade edilmediğini ileriye sürerek müvekkilinin davalıya borçlu olmadığına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Uyuşmazlık işçi ve işveren arasındaki iş ilişkisi sebebiyle verildiği iddia edilen kambiyo senedinde kaynaklanmaktadır. Bu durumda uyuşmazlığın çözümünde iş hukukuna ilişkin kuralların uygulanması gerektiğinden iş mahkemesinin görevli olduğu ve dava dilekçesinin görev yönünden reddi gerektiği düşünülmeden işin esasına girerek hüküm kurulması doğru görülmemiştir.”(8) denilmiştir.

Yüksek Mahkemenin almış olduğu kararlar incelendiğinde işe girerken alınan senetler ile ilgili olarak ileride ortaya çıkacak anlaşmazlıklarda görevli mahkemenin İş Mahkemeleri olduğu anlaşılmaktadır.

IV- SONUÇ

İş Kanunu’nda işverenlerin işe alacağı kişilere işe girerken senet alacağı yönünde herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. İşyerlerinde çalışan işçilerin çalışma hayatları boyunca karşılaşacakları sorunlarla baş edebilmeleri ve işyerlerinde çalışmalarından dolayı oluşacak haklarından mahrum kalmamaları için işe girerlerken önlerine konulan senetlere imza atmamaları gerekir. Ayrıca İş Kanunu içerisine işe girerken işçilerden senet alınıp alınamayacağı, alınması veya alınmaması halinde ne şekilde işlem yapılacağı ile ilgili düzenlemelerin olması kanaatimizce çok yerinde olacak ve bu konu ile ilgili uyuşmazlıkların azalması sağlanacaktır.

Çalışmamızdan da anlaşılacağı üzere, işe giren işçilerin daha fazla sorunla uğraşmamaları için işe başlarken senet imzalamamaları gerekir. Senetlerle ilgili tespitlerin yapılması idari yönden zordur. İşverenlere imzalanıp verilen senetler ve diğer belgelerin idari yönden araştırma, soruşturma kapsamında işverenlerden istendiğinde işverenlerce ibraz edilmeyecek ve tespitlerin yapılması çok zor olacaktır. Bu durumlarla karşılaşan işçiler varsa ellerinde belgeleri yoksa tanıkları ile konuyu yargıda çözebileceklerdir.

 

Coşkun BİLGİN*

Yaklaşım

 

*    SGK, Beşiktaş Sosyal Güvenlik Merkezi Müdür Yrd., Sosyal Güvenlik Kontrol Memuru

(1)  10.06.2003 tarih ve 25134 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(2)  Yrg. 9. HD.’nin, 02.07.2009 tarih ve E. 2008/3062, K. 2009/18488 sayılı Kararı.

(3)  Yrg. 9. HD.’nin, 01.05.2008 tarih ve E. 2008/13255, K. 2008/10991 sayılı Kararı.

(4)  Yrg. 9. HD.’nin, 14.11.2007 tarih ve E. .2007/7418, K.2007/34213 sayılı Kararı.

(5)  12.10.2004 tarih ve 25611 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(6)  Cumhur Sinan ÖZDEMİR, Baş  İşmüfettişi

(7)  Yrg. 19. HD.’nin, 11.11.2005 tarih ve E. 2005/2169, K.2005/11069 sayılı Kararı.

(8)  Yrg. 19. HD.’nin, 04.11.2008 tarih ve E. 2008/3750, K. 2008/10489 sayılı Kararı.

kaynak : http://www.ozdogrular.com/content/view/16749/

30 Ağustos 2011 Salı

Transfer fiyatlandırmasına dikkat!



.


.


Transfer fiyatlandırmasına dikkat!



.

.

Giderek 'tüketim toplumu' modeline yaklaşmamız nedeniyle toplumumuza özgü pek çok değer önemini kaybetmiş durumda. Bununla beraber, bazı geleneksel ilişki ve değerler halen varlığını sürdürüyor. Bunun doğal bir sonucu olarak iş hayatında belli ölçülerde eş-dost, tanıdık, akraba etkenleri belirleyici olabiliyor.

.
Ticari yaşamda bu tür ilişkiler baskın olunca, çoğu zaman alım veya satımda uygulanan fiyat da emsallerine göre düşük olabiliyor. Fiyatın düşük olmasına yönelik bir eleştiri yapıldığında; 'Mal benim değil mi, istediğim fiyattan satarım' türü bir refleksle karşılaşılıyor.

.
Ancak, bu yaklaşım vergi kanunlarıyla uyumlu değil. 'Bunun vergiyle ne ilgisi var?' diyebilirsiniz. Eş, dost, akraba veya ortaklara düşük fiyattan satış yaptığınızda veya onlardan yüksek fiyattan alım yaptığınızda devletin vergi matrahının aşınması sonucu ortaya çıkıyor. İşte bu yüzden kanunlarımız buna izin vermiyor.

.
VERGİ VE CEZA SÜRPRİZİ

.
Vergi kanunlarımıza göre; ilişkili kişilerle 'emsallere uygunluk ilkesine' aykırı olarak tespit edilen bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım ya da satımında bulunulursa, kazanç 'transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılmış' sayılıyor.

.
Alım, satım, imalat ve inşaat işlemleri, kiralama ve kiraya verme işlemleri, ödünç para alınması ve verilmesi, ikramiye, ücret ve benzeri ödemeleri gerektiren işlemler her hal ve şartta mal veya hizmet alım ya da satımı olarak değerlendiriliyor.

.
Bunun sonucu olarak da, emsalini aşan ödemeler gider kabul edilmiyor. Dolayısıyla, cezalı vergi tarhiyatı ile karşılaşılıyor. Ayrıca, bunlar vergisiz dağıtılan kazanç sayılıp, ilişkili kişiye kar dağıtımı yapılmış gibi cezalı stopaj tarhiyatı da söz konusu olabiliyor.

.
İLİŞKİLİ KİŞİ KİM?
Transfer fiyatlandırması bakımından önemli olan, ticari işlemde bulunulan kişinin 'ilişkili kişi' kapsamında olup olmaması.
İlişkili kişi; kurumların kendi ortakları, kurumların veya ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek kişi veya kurum ile idaresi, denetimi veya sermayesi bakımından doğrudan veya dolaylı olarak bağlı bulunduğu ya da nüfuzu altında bulundurduğu gerçek kişi veya kurumları ifade ediyor.

.
Ortakların eşleri, ortakların veya eşlerinin üstsoy ve altsoyu ile üçüncü derece dahil yansoy hısımları ve kayın hısımları da ilişkili kişi sayılıyor. Bunun sonucunda da neredeyse selam verilen herkes ilişkili kişi kapsamına giriyor.

.
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE DİKKAT


Torba yasayla pek çok mükellefin matrah artırımında bulunması nedeniyle transfer fiyatlandırması, gelecek dönemde denetim elemanlarının üzerinde ağırlıklı olarak duracakları konuların başında geliyor. Bu durum, vergi mükelleflerini sıkıntıya sokabilir.


.
Konunun karmaşıklığı ve bu konudaki yayınların kısıtlı olması da ayrı bir handikap. Mükelleflerin kendi çıkarları bu konunun üzerinde önemle durmalarını gerektiriyor. Tavsiyemiz, bu konudaki yayınların dikkatli bir şekilde izlenmesi ve muhasebe personelinin konu hakkında bilgilendirilmesi. Olanakları geniş olan mükelleflerin bu ve benzeri konularda eğitim veya danışmanlık hizmeti almalarında da yarar görüyoruz.

KUTLAMA
Bütün okurlarımızın çifte bayramını kutlar, sağlıklı ve mutlu günler dileriz...
Akşam


http://www.aksam.com.tr/transfer-fiyatlandirmasina-dikkat-3598y.html

 

29 Ağustos 2011 Pazartesi

SERMAYE ŞİRKETLERİNİN ÖDENMEYEN KÂR PAYLARININ HAZİNEYE İNTİKALİNİN GEREKTİĞİNİ BİLİYOR MUYDUNUZ ?


.


.


SERMAYE ŞİRKETLERİNİN ÖDENMEYEN KÂR PAYLARININ HAZİNEYE İNTİKALİNİN GEREKTİĞİNİ BİLİYOR MUYDUNUZ ?


.

.

Yoğun olarak gündemde bulunan ve uygulamasını devamlı olarak günlük hayatımızda hissettiğimiz yasaların dışında olan ve yürürlükte bulunan birçok yasadan haberdar olmadığımız bir gerçek.

Bu yasalardan biri de 12.06.1933 tarihinde kabul edilen, 26.06.1933 tarih ve 2437 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 2308 sayılı “ŞİRKETLERİN MÜRURU ZAMANA UĞRAYAN KUPON TAHVİLAT VE HİSSE SENEDİ BEDELLERİNİN HAZİNEYE İNTİKALİ HAKKINDA KANUN “

Toplam 4 maddeli olan bu Yasa’nın ilk iki maddesi uygulama ile ilgili, 3 ve 4 maddeleri ise yürürlük ve uygulama makamına yöneliktir.

Yasa’nın 1. maddesi özgün ifadesi ile şu şekilde.

"Anonim ve limited şirketleriyle sermayesi eshama ayrılmış komandit şirketlerin komanditerlere ait hisse senetlerinin ve tahvillerinin kanuni mazeret bulunmaksızın beş senelik müruruzamana uğrıyan faiz, temettü ve ikramiye gibi menfaatleriyle bu şirketlerin hisse senetleri ve tahvillerinden bedele inkilâp etmiş olanlarının on senelik müruruzamana uğrıyan bedelleri Devlete intikal eder.

Bu şirketler bahsolunan menfaat ve bedelleri müruruzaman müddetlerinin bitmesinden itibaren üç ay içinde mahalli mal sandığına vermeye mecburdurlar.

Nizamnamelerinde müruruzaman müddeti tasrih edilip de Ticaret Kanunu mucibince Hükümetçe tasdik edilmiş olan şirketler için tayin olunmuş müddetler müruruzamana esas tutulur.“

Bu madde ile getirilen hükümlere göre ;

Anonim ve limited şirketler ile sermayesi paylara ayrılmış komandit şirketlerin komanditer ortaklarının ortağı oldukları şirketler ile ilgili olarak sahip bulundukları hisse senetlerine şirketin yıl sonunda yapmış olduğu kârdan yetkili organlar tarafından ödenmesine karar verilen temettüler ile yönetim kurulu üyelerine veya kuruculara ödenmesine karar verilen ikramiyelerde bu kapsam içinde düşünülmüş ve bunların 5 yıl içinde ödenmemesi halinde Devlete intikal ettirilmesi hükmü getirilmiştir.

Bunun yanında Anonim ve limited şirketler ile sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler tarafından ihraç edilmiş bulunulan ve tahviller için ödenmesi gereken faizlerin bu tahvillere sahip bulunanlar tarafından 5 yıl içinde şirketten alınmaması halinde bunlarında yukarıda sözü edilen yasa hükümlerine göre Devlete intikal ettirilmesi gerekmektedir.

Bu şirketlerin bedelleri nakde dönüşmüş olan diğer bir anlatımla karşılıkları kendisine sahip bulunanlara ödenmek üzere tahakkuk etmiş bulunan hisse senetleri ve tahvillerin ana para bedellerinden şirket tarafından 10 yıl müddetle sahiplerine ödenmeyenleri de,

Devlete intikal edecektir.

Maddenin son fıkrasında bulunan ifadelere göre ana sözleşmelerinde zaman aşımı süreleri (tasrih edilmiş) düzeltilmiş olan, şirketlerde zaman aşımı süresi bu düzeltilmeye göre uygulanacaktır.

Yukarıda sözü edilen ve sahiplerine fiilen ödenmemiş olan menfaatlerin, bu ödemeleri yapmak durumunda bulunan şirketler tarafından zaman aşımı sürelerinin dolmasından itibaren üç ay içinde bağlı bulunulan mal sandıklarına ödenmesi zorunlu bulunmaktadır. Yasanın 2. maddesine göre “bu hükümlere uymayan şirketler vermeye mecbur oldukları parayı üç misli tazminatla birlikte ödemeye mahkum edilirler.” Burada dikkat edilecek nokta söz konusu ödemelerin süresi içinde ödenmemesi durumunda 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Kanunu hükümleri çerçevesinde gecikme zammına tabi tutulacak olmalarıdır.

Ayrıca, 31.12.2010 tarihli mükerrer Resmi Gazetede yayınlanan 2011 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa bağlı Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri gelirlerinin dayandığı temel hükümler başlıklı C – Cetvelinde devletin gelirlerinin kanuni dayanakları arasında 12.06.1933 tarih ve 2308 no lu Şirketlerin Müruru Zamana Uğrayan Kupon Tahvilat Ve Hisse Senedi Bedellerinin Hazineye İntikali Hakkında Kanun’da bulunmaktadır.

2308 sayılı kanundaki bu hükümler çerçevesinde,

- Ödenecek olan kâr paylarında zaman aşımı süresi yetkili organın ilan ettiği dağıtım tarihinden itibaren,

- Ödenecek olan tahvil faizlerinde ise zaman aşımı süresi faizin ödeme vadesinden itibaren başlamaktadır.

Uzun yıllardır dar boğaz içinde yaşayan küçük çaplı anonim ve limited şirketler ile sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin Devletin zorunlu olarak getirdiği sermaye artışını bile zorlukla yaptıkları ticari hayatımızda bu yasa hükümleri içinde kalarak ortaklarına ödemeleri gereken temettüleri 5 yıllık zaman aşımı süresi içinde hak sahiplerine ödememiş olabileceklerine pek ihtimal veremiyoruz.

Ancak Ticari hayatımızda önemli yer tutan, özellikle de sermaye piyasası düzeninin gelişmesinden sonra hisse senetleri Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören şirketlerin dağıttıkları temettülerin 5 yıllık bir süre içinde hisselere sahip olanlar tarafından tahsil edilmemiş olabileceği düşünülebilir. Bu durumda da yukarıda sözü edilen 2308 sayılı yasa hükümlerine göre bu temettülerin Hazineye intikal ettirilmesi gerekecektir.

Ayrıca, bu yasa hükümlerine göre gene beş yıllık süre içinde alınmayan yukarıda sözü edilen şirketler tarafından ihraç olunan tahvillerin faizleri de zaman aşımına uğramakta ve devlete intikal ettirilmesi gerekmektedir.

Yasada sözü edilen 10 yıllık zaman aşımı süresi bu şirketlerin ihraç etmiş oldukları hisse senetleri ile tahvillerin bedele dönüşmüş bulunan ana paraları ile ilgili bulunmaktadır. Bunlar ise 10 yıllık zaman aşımına tabi bulunmaktadırlar. Bu 10 yıllık süre içinde alınmayan bedeller hazineye intikal ettirilecektir.

Rüknettin KUMKALE

Yeminli Mali Müşavir

http://www.alomaliye.com/2011/ruknettin_kumkale_odenmeyen_kar_paylari.htm

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU’NDA ŞİRKETLER TOPLULUĞU




.


 YENİ TÜRK TİCARET KANUNU’NDA ŞİRKETLER TOPLULUĞU


 

.

 

I- GİRİŞ

Halen yürürlükte olan 6762 sayılı TTK 1956’da kabul edilip ertesi yılın başında yürülüğe girmiştir. 54 yıldır uygulanmakta olan bu Kanun, 6102 sayılı yeni TTK(1) ile yürürlükten kaldırılacaktır. Yeni TTK 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girecek ve eski TTK bu tarih itibariyle yürürlükten kalkacaktır.

Yeni TTK’da konular kitap, kısım ve bölüm olarak ayrılmıştır(2). Kanun 10 maddelik bir başlangıç kısmından sonra altı kitaptan oluşmuştur. Bunlar, sırasıyla ticari işletme, ticaret şirketleri, kıymetli evrak, taşıma işleri, deniz ticareti ve sigorta hukuku kitaplarıdır(3).

Yeni TTK’da altı kitaptan en çok değişikliğe uğrayanlardan birisi ticaret şirketleri kitabıdır. Öte yandan bu kitapta daha önce hiç bulunmayan kurum ve kavramlar getirilmiştir. Bunlardan birisi de “Şirketler Topluluğu”dur. Bu kavram altında bağlı işletmeler hukuku düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile ana ve yavru ortaklıklar arasındaki ilişkiler, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve menfaat dengesi temelinde kurallara bağlanmış, yeni pay sahipliği, özellikle dava hakları getirilmiş ve yeni sorumluluk halleri öngörülmüştür(4).

Kanun’da şirketler topluluğu 195-209. maddelerde 15 madde halinde düzenlenmiştir. Hakim ve bağlı şirket 195. maddede tanımlanmış, 196. maddede pay oranlarının nasıl hesaplanacağı düzenlenmiş, 197. maddede karşılıklı iştirak tanımlanmıştır. Diğer maddelerde şirketler topluğuna dahil şirketlere ait yükümlülükler, sınırlar, sorumluklar ile pay sahipleri ve alacaklıların hakları düzenlenmiştir.

Ülkemizde uzun süredir holding, şirketler grubu veya şirket toplulukları adı altında bu durum fiilen mevcuttur. Hakim veya bağlı şirketin yurt dışında bulunduğu şirketler toplulukları da bulunmaktadır. Ancak, hukuk bu güne kadar bu hayat gerçeğini görmezlikten gelmiş, bir şirketler topluluğunda, başka bir şirketin hakimiyeti altında olsa bile, her bir şirketi bağımsız varsaymıştır. Bu da gerek hakim olmayan ortaklar gerekse alacaklılar açısından hak kaybına neden olmaktaydı. Oysa batılı ülkelerde bu konular çok eskiden beri ayrıntılı olarak düzenlenmişti. Ülkemizde bazı Kanunlarda şirketler topluluğuna belli konularla sınırlı olarak yer verilmiştir. Örneğin Sermaye Piyasası Kanunu’nun md. 15/son ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nun md. 13; Bankacılık Kanunu’nun md. 110, Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un md. 7; İş Kanunu md. 7 gibi. Yürürlükteki TTK’nın 466/4. maddesi ise dolaylı olarak Holding’den bahsetmektedir(5).

Yeni TTK’nın 195-209. maddeleri ticari hayat için önemli hükümler getirmektedir. Bu nedenle konu ayrıntılı incelemeyi hak etmektedir. Her bir madde ayrı bir makale konusu olabilir. Ancak biz bu yazımızda “şirketler topluluğu” konusunu sınırlı ve özet olarak inceleyeceğiz. Yazımızda şirketler topluluğunun ne olduğu üzerinde duracak, hakim ve bağlı şirketlerin yükümlülük ve sorumlulukları ile bağlı şirket pay sahipleri ile alacaklılarının dava ve talep hakları üzerinde duracağız.

II- ŞİRKETLER TOPLULUĞU VE TOPLULUĞA DAHİL OLMANIN HUKUKİ SONUÇLARI

Şirketler topluluğunu, doğrudan veya dolaylı olarak bir başka şirketin kontrolünde veya hakimiyetinde olan bir veya birden fazla şirketin hakim şirket ile birlikte oluşturduğu topluluktur, diye tanımlayabiliriz. Bunu 195/4. madde “Hâkim şirkete doğrudan veya dolaylı olarak bağlı bulunan şirketler, onunla birlikte şirketler topluluğunu oluşturur” şeklinde tanımlamıştır. Bu toplulukta bağlı olanlar şirket olmak durumundadır. Ancak hakim olan genellikle şirket olmakla birlikte, 195/5. maddede belirtildiği gibi, tepe noktada bulunan ve “hakim” konumunda olan sermaye şirketi olmayan bir şirket, işletme veya gerçek kişi olabilir. Bu şirket veya teşebbüsün yurt dışında bulunması, 205 ila 209. maddelerde düzenlenen topluluk hükümlerinin uygulanmasına engel değildir. Bu durumda, şirketler topluluğunun başındaki hakim teşebbüs tacir sayılacaktır. Yani tacir olmanın sonuçlarına katlanacaktır.

Tanımda belirleyici unsur kontroldür. 195/1. maddede belirtilen unsurlar varsa, hakimiyet varsayılır. Ayrıca fiilen hakimiyetin uygulanıp uygulanmadığına bakılmayacaktır. Ancak maddenin 2. fıkrası “ Birinci fıkrada öngörülen hâller dışında, bir ticaret şirketinin başka bir ticaret şirketinin paylarının çoğunluğuna veya onu yönetebilecek kararları alabilecek miktarda paylarına sahip bulunması, birinci şirketin hâkimiyetinin varlığına karinedir.” diyerek bir karineye işaret etmiştir. Çünkü, her zaman payların çoğunluğuna sahip olmak, şirketi yönetecek oyların çoğunluğuna sahip olmak değildir. Bazen de, halka açık şirketlerde olduğu gibi, % 25-30 gibi hatta daha az bir pay ile şirket yönetimine hakim olunabilir.

Yeni TTK’nın 195/1. maddesine göre;

Bir ticaret şirketi, diğer bir ticaret şirketinin, doğrudan veya dolaylı olarak;

- Oy haklarının çoğunluğuna sahipse veya

- Şirket sözleşmesi uyarınca, yönetim organında karar alabilecek çoğunluğu oluşturan sayıda üyenin seçimini sağlayabilmek hakkını haizse veya

- Kendi oy hakları yanında, bir sözleşmeye dayanarak, tek başına veya diğer pay sahipleri ya da ortaklarla birlikte, oy haklarının çoğunluğunu oluşturuyorsa,

- Bir ticaret şirketi, diğer bir ticaret şirketini, bir sözleşme gereğince veya başka bir yolla hâkimiyeti altında tutabiliyorsa

ortada bir şirketler topluğu vardır. Bu durumda birinci şirket hâkim, diğeri bağlı şirkettir.

Aynı maddeye göre, bu şirketlerden en az birinin merkezi Türkiye’de ise, bu Kanun’daki şirketler topluluğuna ilişkin 205 ila 209. maddelerdeki hükümler uygulanacaktır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, yukarıdaki şartlar bulunmasa bile 195/2. maddeye göre bir ticaret şirketinin başka bir ticaret şirketinin paylarının çoğunluğuna veya onu yönetebilecek kararları alabilecek miktarda paylarına sahip bulunması, halinde birinci şirketin hâkimiyetinin varlığına karine olacaktır.

Hakimiyet doğrudan veya dolayısıyla sağlanabilir. 195/3. maddesine göre, “Bir hâkim şirketin, bir veya birkaç bağlı şirket aracılığıyla bir diğer şirkete hâkim olması, dolaylı hâkimiyettir.” Kanun, hakim şirketlere “ana şirket”, bağlı şirketlere de “yavru şirket” demektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, ana ve yavru şirketler hep beraber “Şirketler Topluluğu”nu oluşturmaktadır (md. 195/4).

Şirketler topluluğunda “karşılıklı iştirak” durumu olabilir. Bu durum 197. maddede düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, karşılıklı iştirak, birbirlerinin paylarının en az dörtte birine sahip bulunma halidir. Karşılıklı iştirak halinde hakimlik ve bağlılık durumu doğabilir. Karşılıklı iştirak halindeki şirketlerden biri diğerine hakimse, ikinci şirket bağlı şirket durumundadır. Her ikisi de birbirine hakim ise, iki şirkette hakim ve bağlı şirket kabul edilecektir.

Kanun’un 195/6. maddesine göre, şirketler topluluğuna ilişkin hükümlerin uygulanmasında “yönetim kurulu” terimi limited şirketlerde müdürleri, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler ile şahıs şirketlerinde yöneticileri, diğer tüzel kişilerde yönetim organını ve gerçek kişilerde gerçek kişinin kendisini ifade eder. Bu fıkra hükmü, 5. fıkra hükmünü tamamlamak, bu hükme daha geniş uygulama alanı sağlamak ve terimlerin anlamını belirgin hale getirmek için öngörülmüştür.

Kanun’un şirketler topluluğu ile ilgili 195-209. maddeler hükümlerinin uygulanmasında pay ve oy oranlarının belirlenmesi önemlidir. Bu konu, “Pay ve oy oranlarının hesaplanması” başlığı altında 196. maddede üç fıkra halinde düzenlenmiştir. Gerekçede belirtildiği gibi, 196. madde, hakimiyetin var olup olmadığının saptanmasında pay ve oy miktarlarının hesaplanmasının yöntemini ve yorumunu belirleyen emredici nitelikte bir hükümdür.

Kanun’un 196/1. maddesine göre, bir ticaret şirketinin bir sermaye şirketindeki iştirakinin yüzdesi, o sermaye şirketindeki payının veya paylarının itibari (nominal) değerleri toplamının, iştirak olunan şirketin sermayesine oranlanmasıyla bulunur. Bu hesaplamada bağlı (yavru) şirketin kendi iktisap ettiği payları düşülür. Bu payların şirket hesabına başkalarında bulunması durumu değiştirmez. Aynı maddenin 3. fıkrasına göre ise, hesaplamada hakim şirketin bağlı şirketlerinin sahip olduğu paylar ile hakim şirket adına alınmış paylar da eklenir (md. 196/3). Yani, oranlamada pay kısmında katılan ticaret şirketinin doğrudan ve dolaylı olarak sahip olduğu payların nominal bedeli yer alacak, payda kısmında ise bağlı şirketin (kendisine katılınan şirketin) sermayesi olacak ancak bundan kendi iktisap ettiği paylar çıkarılacaktır.

Kanun’un 196/2. maddesine göre, bir ticaret şirketinin bir sermaye şirketindeki oy hakkının yüzdesi, o sermaye şirketindeki payının veya payların itibari değerleri toplamının, iştirak olunan şirketin sermayesine oranlanmasıyla bulunur. Bu hesaplamada, birinci fıkrada olduğu gibi, katılınan şirketin kendi iktisap ettiği veya onun adına alınıp da üçüncü kişilerde bulunan paylardan doğan oy hakları düşülecektir.

Yukarıda, şirketler topluluğu ve bu topluluğun oluşma şartlarını ele aldık. Aşağıda da şirketler topluğuna uygulanacak hükümler incelenecektir. Şirketler topluluğu olmanın sonuçları, şirketler topluluğunun aktörlerinin hak ve yükümlülükleri ortaya konacaktır.

Kanun şirketler topluluğunun aktörleri için, topluluğa dahil olma nedeni ile mükellefiyetler yüklemiş, sınırlamalar getirmiş, bazı durumlarda hak ve sorumluluklar öngörmüştür.

Kanunla getirilen yükümlülükler, bildirim, tescil ve ilan yükümlülüğü, bağlılık ve hakimiyet ile ilgili rapor düzenleme zorunluluğu, hakim şirket ortaklarına bağlı şirketler hakkında bilgi verme zorunluluğudur.

Kanun’da belli durumlarda, hakların donması şeklinde sınırlamalar getirilmiştir. Bildirim yapılmaması halinde, bildirim yapılıncaya kadar haklar donar (md. 198/2). Başka bir sınırlama (donma hali) de 201. maddede düzenlenmiştir.

Kanun’a göre, hakimiyet hakkının hukuka aykırı kullanılması sorumluluk nedenidir. Sorumluluk ve bu sorumluluğun şartları 202-206. maddelerde düzenlenmiştir. Ayrıca 209. maddede hakim şirketin güvenden doğan sorumluluğu belirlenmiştir.

Kanun şirketler topluluğu ile ilgili hükümlerde, hakim ve bağlı şirket ortaklarına haklar tanımıştır. Ayrıca, zarar gören bağlı şirket alacaklılarının da dava hakkı bulunmaktadır.

Kanun’un 198. maddesine göre, hakim teşebbüs bir sermaye şirketinin maddede belirlenen (yüzde 5, 10, 20, 25, 33, 50, 65 ve 100) oranlarda payına sahip olduğunda veya bu oranlar düştüğünde, işlemlerin tamamlanmasını izleyen 10 gün içinde bu durumu sermaye şirketine bildirecektir. Bu bildirimi, mevzuatta belirtilen yerler de (Örneğin SPK) yapacaktır. Bu durum yıllık faaliyet ve denetim raporlarında ayrı ayrı başlıklar halinde yer alacak, şirketin internet sitesinde de yayınlanacaktır. Hakim teşebbüsün ve bağlı şirketin yönetim kurulu üyeleri ve yöneticileri ile bunların Kanun’da belirtilen yakınları da, belli oranı geçen pay edinmeleri ve değişmeleri bildirecektir. Bildirim yazılı şekilde yapılacak ve ticaret sicilinde yayımlanacaktır.

Bildirimin yapılmamasının yaptırımı, oy hakkı ve diğer hakların donmasıdır. Ayrıca, bildirim yapmayan, mevzuatın öngördüğü diğer sonuçlara katlanacaktır.

Hakimiyet bir sözleşmeye dayanıyorsa, bu sözleşmenin geçerli olabilmesi için, ticaret sicilinde tescil ve ilan edilmesi gerekmektedir. Ancak sözleşmenin geçersizliği, şirketler topluluğu ile ilgili yükümlülük ve sorumluluklara ilişkin hükümlerin uygulanmasına engel olmayacaktır.

Kanun’un 199. maddesinin ilk üç fıkrası, bağlı şirket yönetim kurulunca düzenlenecek “bağlılık raporu” hakkındadır. Yönetim kurulu bu raporu faaliyet yılının ilk üç ayında düzenleyecektir. Rapor, doğru ve dürüst hesap verme ilkelerine uygun olacaktır. Bu raporda hakim şirket ile ilgili geçmiş faaliyet döneminde hakim şirket veya ona bağlı bir şirket yararına yapılan veya yapılmasından kaçınılan tüm iş ve işlemler ile bundan doğan yarar ve zararlar belirtilir. Zarar ya da kayıp denkleştirilmişse, bunun nasıl yapıldığı açıklanır. Açıklanması gereken bir hukuki işlem veya tedbir bulunmuyorsa, bu da rapora yazılacaktır.

Kanun’un 199. maddesinin ilk üç fıkrasında düzenlenen ve bağlı şirketlerin kendi aralarındaki ve hâkim şirketle aralarındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin kayıp/yarar olarak sonuçlarını açıklanan “Bağlılık raporu”, 202 ve devamı hükümleri, özellikle kayıp ve denkleştirme davaları yönünden önem taşır. Raporun hazırlanmaması, Kanun’un 562/3. maddesine göre iki yıla kadar hapis ve adli para cezasını gerektirir.

Kanun’un 199. maddesinin dördüncü fıkrasında, hâkim şirketin yönetim kurulu üyelerinin, bağlı şirketler hakkında bilgi alma hakkını düzenlemektedir. Bu istemin muhatabı yönetim kurulu başkanıdır. Bilginin kapsamı, maddede ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Yönetim kurulu başkanı, üyelerden herhangi birinin istemi üzerine, bu kapsamda bir rapor hazırlayacaktır. Bu raporun hazırlanmaması da, Kanun’un 562/3. maddesine göre iki yıla kadar hapis ve adli para cezasını gerektirir.

Yukarıda değindiğimiz gibi, Kanun’a göre hakimiyet hakkının hukuka aykırı kullanılması sorumluluk nedenidir. Kanun’a göre hâkim şirket, hâkimiyetini bağlı şirketi kayba uğratacak şekilde kullanamaz. Kayıp zararı da içeren, fakat ondan daha geniş bir kavramdır. Kanun’un 202/1-a maddesinde kayba neden olacak işlem ve eylemler, sınırlayıcı olmayacak şekilde örnek olarak sayılmıştır. Hakim şirket, bunlardan biriyle veya burada sayılmayan başka bir eylem ve işlemle bağlı şirketin kaybına neden olursa ve bunu faaliyet yılı sonuna kadar fiilen denkleştirilmez veya denk bir istem hakkı tanınmaz ise kayba uğrayan bağlı şirket ortaklarının dava etmesi ile bu kaybı gidermek zorundadır. Dava pay sahibi tarafından, hakim şirket ve onun yönetim kurulu üyelerine karşı açılır. Hakim, tazminat yerine, şirketin davacı pay sahiplerinin payını gerçek değer veya genel kabul gören bir yöntemle belirlenmiş bir değerle satın almasına karar verebilir. Keza, davayı duruma uygun düşen başka bir çözüme de kavuşturabilir. (202/1-b).

Maddenin birinci fıkrasının (d) bendinde davalılar için kurtuluş kanıtı öngörülmüştür. Buna göre, maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde sayılan işlem ve fiiller hakimiyet ilişkilerinden doğmayıp da dürüstlük kuralına uygun, özenli, basiretli hareketin bir gereği olarak ortaya çıkıyorsa, bunun ispatı halinde, tazminata hükmedilmeyecektir.

Maddenin 2. fıkrasına göre, hâkimiyetin uygulanması ile gerçekleştirilen ve bağlı şirket bakımından açıkça anlaşılabilir haklı bir sebebi bulunmayan, birleşme, bölünme, tür değiştirme, fesih, menkul kıymet çıkarılması ve önemli esas sözleşme değişikliği gibi işlemlerde, pay sahiplerinin dava hakkı vardır. Bunun için pay sahibinin, genel kurul kararına ret oyu verip tutanağa geçirtmesi veya yönetim kurulunun bu ve benzeri konulardaki kararlarına yazılı olarak itiraz etmesi gerekir. Dava açan pay sahipleri; hâkim teşebbüsten, zararlarının tazminini veya paylarının gerçek değerini veya bulunacak ve bu değere en yakın değeri isteyebilirler. Dava, genel kurul kararının verildiği veya yönetim kurulu kararının yayınlandığı tarihten itibaren başlayarak iki yılda zamanaşımına uğrar.

Hakim şirketin doğrudan veya dolaylı pay ve oy oranları yüzde doksandan fazla olduğu durumlarda, pay sahibi veya sahipleri talep etmese de, dürüstlük kurallarına aykırı hareketlerle sorun çıkaranların paylarını, hakim şirket satın alabilir. Bu paylar, borsa değerinden bu yoksa 202/2. maddeye göre belirlenen değerden alınır.

Kanun, bağlı şirket yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunu da düzenlemiştir. Hakim şirket veya teşebbüsten gelen talimatları uygulamak, esas itibariyle yönetim kurulu üyelerini sorumluluktan kurtaramayacaktır (Ancak, bunlar doğabilecek tüm sorumlulukların üstlenilmesini bir sözleşme ile hakim teşebbüsten isteyebilirler). Sorumluluğun istisnası, 203 ve 205. maddede düzenlenmiştir. Payların ve oy haklarının yüzde yüzüne sahip olma, yani tam hakimiyet halinde, topluğun politikalarına uygun talimatlara uymak zorundadırlar ve bundan dolayı bağlı şirketin yönetim kurulu üyeleri sorumlu olmazlar. Ancak bu talimatlar 204. madde ile sınırlandırılmıştır. Buna göre bağlı şirketin gücünü aşan ve varlıklarını tehlikeye atan talimat verilemez. Dolayısıyla, bu yöndeki talimata uyan yönetim kurulu üyeleri sorumluluktan kurtulamaz.

Alacaklıların dava hakkına gelince; gerek 202. maddedeki kısmi hakimiyet gerekse 203. maddedeki tam hakimiyet halinde, bağlı şirketin alacaklılarının dava hakkı vardır. Bu hak, 202/1-c ve 206/1. maddede düzenlenmiştir. Davanın nedeni, bağlı şirkete hakim şirketin verdirdiği ve süresinde telafi etmediği kayıptır. Dava, hakim şirkete ve onun kayıptan sorumlu yönetim kuruluna karşı açılacaktır. Dava sonunda hükmedilen meblağ, davacı alacaklıya değil, kayba uğrayan şirkete ödenecektir.

Gerek pay sahiplerinin gerekse alacaklıların açacakları dava ile ilgili uygulanacak hükümler ve yetkili mahkeme 202/1-e maddede düzenlenmiştir.

Hakim ve bağlı şirket pay sahiplerine tanınan haklara gelince; Kanun’un 200. maddesine göre, hakim şirketin her sahibi, bağlı şirketlerle ilgili bilgi alma hakkına sahiptir. Bilgi alma hakkının adresi yönetim kurulu, yeri ise genel kuruldur. Bağlı şirket pay sahiplerinin yukarıda ele alınan dava hakları yanında, 207. madde uyarınca özel denetçi atanmasını isteyebilirler.

Son olarak, hakim şirketin, topluluk itibarının topluma ve tüketiciye güven veren bir noktaya ulaştığı durumlarda, bu güvenden dolayı sorumlu olacağını belirtelim.

III- SONUÇ

Halen yürürlükte olan ve 54 yıldır uygulanan 6762 sayılı TTK’nın yerini, 01.07.2012 tarihi itibariyle, 6102 sayılı yeni TTK alacaktır.

Yeni TTK, özellikle şirketler hukukunda önemli değişiklikler yapmış, daha önce mevcut olmayan kurum ve kavramlara da yer vermiştir. Bunlardan birisi de “Şirketler Topluğu”dur. Böylece, ülkemizde yaygın olarak bulunan, fakat hukuku bulunmayan bu konuda, boşluk doldurulmuştur. Kanun şirketler topluğu ile ilgili önemli yükümlülük, sorumluluk ve sınırlar getirmektedir. Belirlenen durumlarda, bağlı şirketin ortak ve alacaklılarına, hakim şirket veya teşebbüs ile bunların yönetim kurulları aleyhine dava hakkı vermektedir. Belli işlemlerin yapılmaması cezayı gerektirmektedir.

Kanun’un yürürlüğe girmesine fazla bir zaman kalmamıştır. Bu nedenle, şirketler topluluğu aktörlerinin gerekli olan her türlü hazırlığı şimdiden yapmaları tavsiye olunur.

* Avukat

(1) 6102 sayılı yeni TTK, 13.01.2011 tarihinde kabul edilip, 14.02.2011 tarih ve 27846 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Yürürlük tarihi 01.07.2012’dir.

(2) Halen yürürlükte olan 6762 sayılı TTK’da konular kitaplara ayrılmıştır. Ancak alt bölümler fasıl ve kısımdır.

(3) 6762 sayılı Kanun’da aynıdır. Ancak araya “Dördüncü Kitap” olarak “Taşıma İşleri” kitabı eklenmiştir.

(4) Genel gerekçe 115. paragraf.

(5) Fıkrada, “İkinci fıkranın 3 numaralı bendi ve üçüncü fıkra hükümleri, gayesi esas itibariyle başka işletmelere iştirakten ibaret olan "Holding" şirketleri hakkında cari değildir.” denmektedir.

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU’NDA ŞİRKETLER TOPLULUĞU
Başlıklı Makalenin Tüm Yasal Hakları

Yazar:Bekir BAYKARA*
Yaklaşım / Eylül 2011 / Sayı: 225

Yazarı : Bekir BAYKARA / (Avukat) ait olup Yaklaşım Dergisi Eylül 2011 Sayı 225 de yayınlanmıştır.

KAYNAK : http://www.huseyinust.com/Thread-YENI-TURK-TICARET-KANUNU%E2%80%99NDA-SIRKETLER-TOPLULUGU

GAYRİMENKULÜNÜ BEDELSİZ OLARAK KİRAYA VERENLERE ÇİFTE VERGİ ŞOKU

 

 

Yazar:Volkan AKSOYOĞLU
Yaklaşım / Eylül 2011 / Sayı: 225

GAYRİMENKULÜNÜ BEDELSİZ OLARAK KİRAYA VERENLERE ÇİFTE VERGİ ŞOKU
Başlıklı Makalenin Tüm Yasal Hakları
Yazarı: Volkan AKSOYOĞLU (Vergi Müfettişi) ne ait olup Yaklaşım Dergisi Eylül 2011 Sayı 225 de yayınlanmıştır.

I- GİRİŞ

Günlük hayatta kişiler çeşitli nedenlerle sahibi olduğu gayrimenkulünü gerek işyeri gerekse konut olarak bir bedel almaksızın kiraya vermektedirler. Ancak bu kişiler bir bedel almadan kiraya verdikleri bu gayrimenkulleri için sanki kira alıyormuş gibi beyanname vermek ve vergi ödemek gibi bir durumla karşı karşıyalar. Hemen belirtelim, bu olay sadece işyeri kiralamaları için geçerlidir, konut kiralamalarında ise Kanun’da belirtilen şartları taşıyan bedelsiz kiralamalarda geçerli değildir.

Bizde bu yazımızda, bu durumda olan kişiler için son dönemlerde yapılan düzenlemeler ile nasıl bir çifte vergi sürprizi ile karşılaşacaklarını açıklamaya çalışacağız.

II- KONU İLE İLGİLİ VERGİ MEVZUATIMIZDA YER ALAN HÜKÜMLER

193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun(1) 70. maddesinin birinci fıkrasında; “Aşağıda yazılı mal ve hakların sahipleri, mutasarrıfları zilyetleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratlar gayrimenkul sermaye iradıdır.” hükmü yer almaktadır.

Aynı maddenin birinci fıkrasının 8. bendinde ise; “Arazi, bina (Döşeli olarak kiraya verilenlerde döşeme için alınan kira bedelleri dahildir), maden suları, menba suları, madenler, taş ocakları, kum ve çakıl istihsal yerleri, tuğla ve kiremit harmanları, tuzlalar ve bunların mütemmim cüzileri ve teferruatının kiraya verilmesinden elde edilen iratların gayrimenkul sermaye iradı olduğu” hüküm altına alınmıştır.

Yine aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; “maddede yazılı mallar ve haklar ticari veya zirai bir işletmeye dahil bulunduğu takdirde bunların iratlarının ticari veya zirai kazancın tespitine müteallik hükümlere göre hesaplanacağı” hükme bağlanmıştır.

Diğer taraftan, Gelir Vergisi Kanunu’nun 73. maddesinde; “Kiraya verilen mal ve hakların kira bedelleri emsal kira bedelinden düşük olamaz. Bedelsiz olarak başkalarının intifaına bırakılan mal ve hakların emsal kira bedeli, bu mal ve hakların kirası sayılır. Bina ve arazide emsal kira bedeli yetkili özel mercilerce veya mahkemelerce takdir veya tespit edilmiş kirası, bu suretle takdir veya tespit edilmiş kira mevcut değilse Vergi Usul Kanunu’na göre belirlenen vergi değerinin % 5’idir. Diğer mal ve haklarda emsal kira bedeli, bu mal ve hakların maliyet bedelinin, bu bedel bilinmiyorsa, Vergi Usul Kanunu’nun servetlerin değerlendirilmesi hakkındaki hükümlerine göre belli edilen değerlerinin % 10’udur.” hükmü yer almıştır.

Gelir Vergisi Kanunu’nun 86. maddesinde; “Aşağıda belirtilen gelirler için yıllık beyanname verilmez, diğer gelirler için beyanname verilmesi halinde bu gelirler beyannameye dahil edilmez.

1- Tam mükellefiyette;

a) ……………

b) ……………

c) Vergiye tâbi gelir toplamının [(a) ve (b) bentlerinde belirtilenler hariç] 103. maddede yazılı tarifenin ikinci gelir diliminde yer alan tutarı aşmaması koşuluyla, Türkiye’de tevkifata tâbi tutulmuş olan; birden fazla işverenden elde edilen ücretler, menkul sermaye iratları ve gayrimenkul sermaye iratları,

d) Bir takvim yılı içinde elde edilen ve toplamı 600 milyon lirayı (278 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği ile 2011 yılı için 1.170 YTL) aşmayan, tevkifata ve istisna uygulamasına konu olmayan menkul ve gayrimenkul sermaye iratları” hükmü yer almaktadır.

III- YASAL MEVZUAT ÇERÇEVESİNDE KONUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

Günlük hayatta eşine, annesine veya bir yakınına ait işyerinin bedelsiz olarak kiralanması veya şahsına ait işyerinin ortağı olduğu şirkete bedel alınmaksızın kiraya verilmesi çok sık karşılaşılan bir durumdur.

Bilindiği üzere işyerinin kiraya verilmesi işlemi GVK’nın 70. maddesine göre gayrimenkul sermaye iradı olarak değerlendirilmektedir. Aynı Kanun’un 73. maddesine göre ise kiraya verilen bu gayrimenkulün kira bedeli emsal kira bedelinden düşük olamaz. Bu işyerinin bedelsiz olarak kiraya verilmesi durumunda ise emsal kira bedeli bu işyerinin kirası sayılmaktadır.

Bu durumda gayrimenkulünü, bedelsiz olarak; işyeri yani dükkan, büro, mağaza, depo vs. olarak kiraya verenler, kiraya verdikleri kişi oğlu, kızı, babası ve ortağı olduğu bir şirket dahi olsa, kira geliri elde ediyormuş gibi, bu gayrimenkul için hesaplayacakları emsal kira bedelini gayrimenkul sermaye iradı olarak beyan etmek zorundadırlar. Nitekim aşağıya aldığımız mukteza bazında görüşler ile yargı kararlarından da anlaşılacağı üzere vergi idaresi ile Danıştay aynı görüştedirler.

Maliye Bakanlığı bir Muktezası’nda(2); “Ödevlinin annesine nakden veya hesaben kira ödemesinde bulunmaması başka bir ifade ile işyeri kirası karşılığı olarak hesaplarında gider göstermemesi halinde, söz konusu gayrimenkulün emsal kira bedelinin tevkifata tabi tutulmaksızın, annesi tarafından elde edilmiş gayrimenkul sermaye iradı olarak beyan edilmesi gerekmektedir.” şeklinde görüş bildirmiştir.

Danıştay’ın da konu hakkında vermiş olduğu ve özeti aşağıda yer alan muhtelif kararlarında idare ile aynı görüşte olduğunu görmekteyiz.

“Ortağı olduğu şirkete, gayrimenkulünü bedelsiz olarak tahsis eden kişi adına, gayrimenkulün emlak vergisi değerinin yüzde 5’i esas alınarak, emsal kira bedeli takdir olunur.”(3)

“Ortağa ait iş yerinin, kirasız olarak şirkete bırakılması halinde, emsal kira bedelinin uygulanacağı hk.”(4)

Görüleceği üzere sahip oldukları gayrimenkulü işyeri olarak ama her hangi bir bedel almadan kiraya verenler elde etmedikleri bir gelir için vergi ödemek durumundalar. Pek çok mükellef ise bu tür bir vergi ile karşılaşabileceğinin farkında değildir. Karşılaştıklarında ise şaşırmakta şok olmakta ve hiç tahsil etmediğim bir gelirin vergisi olur mu? şeklinde düşünmektedir. Bu durumda olan mükellefler geçtiğimiz dönemde emlak vergisi değerlerinde yapılan olağanüstü artışlar sonunda ikinci bir vergi şoku ile karşı karşıya kaldılar.

Şöyle ki kiraya verilen bina ve arazilerde emsal kira bedeli, varsa yetkili özel makamlarca veya mahkemelerce saptanmış kira bedelidir. Böyle bir makam yoksa, o bina ya da arazi için kira takdiri veya tespiti de yapılmamışsa; emsal kira bedeli, emlâk vergisi değerinin % 5’idir. Örneğin; bir kimse, emlak vergisi değeri 100.000 Türk Lirası olan bir işyerini arkadaşına kirasız (bedelsiz) olarak vermişse; kira geliri elde etmediği halde, o işyeri için yıllık emsal kira bedeli (100.000 x %5)= 5.000 Türk Lirası olacaktır.

Ancak son yıllarda bina ve arsa metrekare birim değerlerinde yerine göre değişmekle birlikte % 15.000’e kadar artış yapılmış ve emlak vergi değerleri de buna bağlı olarak artmıştır. Yukarıdaki örneğimizdeki gayrimenkulün gerçek değerinin 150.000 TL olduğunu ve emlak vergisi değerlerinde yapılan düzenleme sonrası ise emlak vergisi değerinin 300.000 TL olarak belirlendiğini varsayalım. Bu durumda yukarıda açıklanan yasa hükmü gereği her ne kadar gerçek değeri 150.000 TL olsa bile 300.000 TL emlak vergi değeri üzerinden % 5 yani 15.000 TL emsal kira geliri elde etmiş kabul edilip bu tutar üzerinden vergi ödemek zorunda kalacaktır.

Konu ile ilgili bir örnekte sayın Prof. Dr. Şükrü KIZILOT’un bir yazısından verelim. Yazıda(5) özetle;

“Gayrimenkulünü kiraya verenler, o gayrimenkulün emlak vergisi değerinin yüzde 5’inin altında kira beyan edemiyorlar. Kira geliri beyan edilirken, evin vergi değeri de bildiriliyor. Gelir Vergisi Kanunu’nda “emsal kira bedeli esası” başlıklı 73. madde var. Bu maddeye göre; kiraya verilen gayrimenkullerin kira bedelleri, emsal kira bedelinden düşük olamıyor. Bu bedel de emlak vergisi değerinin yüzde 5’i oluyor.

Bir Örnek: İstanbul Şişli 19 Mayıs Caddesi’nde, net alanı 140 metrekare olan bir dairenin, emlak vergisi asgari değeri, 1 milyon 300 bin lira (Elimizde belgesi var).

Şimdi bu daireyi kiraya veren vatandaş, yıllık kira geliri olarak, asgari 65 bin lira bildirmek zorunda. Bu da ayda 5 bin 500 lira kira demek.

Bakar mısınız? Net 140 metrekare daire, 1 milyon 300 bin lira emlak vergisi değeri ve yılda 65 bin lira kira geliri bildirme mecburiyeti! Aynı ev ikinci bodrum katta bile olsa, yine aynı kira istenecekti! Diyeceksiniz ki “Olmaz böyle şey” Oldu bile.. Bunun adı “Şok” değil de nedir?” şeklinde açıklamada bulunmuştur.”

IV- SON SÖZ

Görüldüğü gibi, kira alınmadan yapılan bedelsiz işyeri kiralamalarında ilginç bir “vergi sürprizi” var. Sahibi bulunduğu apartman dairesini muhasebeci olan oğluna büro olarak, dükkanını da ortağı olduğu şirkete bedelsiz olarak yani kira almadan tahsis eden kişi, hem oğluna kiraladığı büro hem de ortağı olduğu şirkete kiraladığı işyeri nedeniyle, kira alıyormuş gibi “emsal kira bedeli” üzerinden, kira geliri beyan etmek zorundadır.

Bu durumda olanlar son dönemde emlak vergisi değerlerinde yapılan olağanüstü artışlar nedeniyle ikinci bir şok daha yaşamış ve elde etmediği halde beyan etmek zorunda kaldıkları emsal kira bedeli katlanarak artmıştır. Bu durumda olan mükellefler için geçici bir çözüm yolu da var. Hemen belirtelim “Gelir Vergisi Kanunu’nun Emsal Kira Bedeli Esası” başlıklı 73. maddesinde mahkemelerce takdir veya tespit edilmiş kira mevcut değilse, emlak vergisi değerinin yüzde 5’i esas alınarak, emsal kira bedeli hesaplanacağı yazılı. Bu nedenle emlak vergisi değerlerinde olağanüstü artışlar olan kişiler mahkemeye başvurup gerçek cari emsal kira bedelini tespit ettirip bu yönde bir karar alırlar ise sorun çözümlenir.

Ancak esas çözüm yasanın emsal kira bedeli ile ilgili maddesinin yeniden ele alınarak günümüz koşullarına göre yeniden düzenlenmesi ile mümkün olacaktır.

* Vergi Müfettişi

(1) 06.01.1961 tarih ve 10700 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(2) MB.’nin, 04.01.1999 tarih ve B.07.0.GEL.0.43/4309-459/10 sayılı Muktezası.

(3) Dn. 4. D.’nin, 22.11.1999 tarih ve E. 1999/2142, K. 1999/4188 sayılı Kararı.

(4) Dn. 4. D.’nin, E. 1994/4740, K. 1995/5855 sayılı Kararı.

(5) Şükrü KIZILOT, “Kiracıya ve Ev Sahibine Şok”, Hürriyet, 02.06.2010.

 

KAYNAK : http://www.huseyinust.com/Thread-GAYRIMENKULUNU-BEDELSIZ-OLARAK-KIRAYA-VERENLERE-CIFTE-VERGI-SOKU

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU’NA GÖRE LİMİTED ŞİRKET ORTAKLIĞINDAN ÇIKARILMA VE AYRILMA AKÇESİ

.

.

.


YENİ TÜRK TİCARET KANUNU’NA GÖRE LİMİTED ŞİRKET ORTAKLIĞINDAN ÇIKARILMA VE AYRILMA AKÇESİ


 

 

.

..

I- GİRİŞ

Bir önceki çalışmamızda(1), 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu(2) (YTTK)(3)’nun, limited şirketlerde ortaklıktan çıkma ve çıkmaya katılma hakları ile çıkma davası üzerinde durulmuş idi. Bu çalışmamızda ise, 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu’nun limited şirketlerde ortaklıktan çıkarılmaya ve ayrılma akçesine ilişkin düzenlemeleri ele alınacaktır.

II- YTTK’YA GÖRE LİMİTED ŞİRKETTE ORTAKLIKTAN ÇIKARILMA

ETTK’nın 551. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Esas sermayenin yarısından fazlasına sahip bulunan ortakların mutlak ekseriyeti tarafından muvafakat edilmek şartiyle şirket, muhik sebeplerden dolayı bir ortağın şirketten çıkarılmasını mahkemeden istiyebilir.” hükmü yer almakta idi.

YTTK’nın 640. maddesinin birinci fıkrasında ise “Şirket sözleşmesinde, bir ortağın genel kurul kararı ile şirketten çıkarılabileceği sebepler öngörülebilir” denilerek, bir ortağın şirketten çıkarılabileceği sebeplerin şirket sözleşmesinde öngörülmesine olanak tanınmıştır.

Bu suretle bir taraftan şirkete, kendisi yönünden önemli olan sebeplerin varlığında, bu sebepler gerçekleşen ortağı şirketten çıkarma ve istediği ortamı yaratma hakkı tanınmış diğer taraftan da ortaklar açısından hukuk güvenliği sağlanmıştır. Zira, bu durumda ortaklar hangi hallerde şirketten çıkarılacaklarını bilerek hareketlerini ona göre ayarlayacaklardır(4).

Buna karşılık Kanun, ortağa çıkarmaya karşı dava açma hakkı bahşederek bir diğer güvence vermiştir. Bu çerçevede, ortak, çıkarma kararına karşı, kararın noter aracılığıyla kendisine bildirilmesinden itibaren üç ay içinde iptal davası açabilecektir (YTTK md. 640/f-2). Anılan düzenlemeden, limited şirket genel kurulunun aldığı ortaklıktan çıkarma kararının, ortağa noter aracılığıyla bildirilmesi gerektiği sonucu da çıkmaktadır.

Diğer yandan, YTTK, limited şirkete, sözleşme dışında da ortaklıktan çıkarma hakkı tanımıştır. Zira, ortağın şirketten çıkarılması için şirket sözleşmesine hüküm konulmamış ya da sözleşmede öngörülen hükümler haricinde haklı bir sebep oluşmuş bulunabilir. Bu gibi hallerde çıkarma davası şirketin devamını, huzur içinde çalışmasını sağlar(5). Dolayısıyla, şirket sözleşmesinde hüküm bulunmasa yahut sözleşmede yer alan sebepler arasında yer almasa dahi, haklı bir sebebin ortaya çıkması durumunda, şirket ortaklıktan çıkarma davası açabilir. Şirketin istemi üzerine ortağın mahkeme kararıyla haklı sebebe dayanılarak şirketten çıkarılması hâlinde, ortak iptal davası açma hakkını kullanamaz (YTTK md. 640/f-3).

Yeri gelmişken, gerek “ortağın şirket sözleşmesinde öngörülen sebepten dolayı şirketten çıkarılması” gerekse “ortağın haklı sebepler dolayısıyla şirketten çıkarılması için mahkemeye başvurulması” konularında genel kurulca karar alınabilmesi için, genel kurulda temsil edilen oyların en az üçte ikisinin ve oy hakkı bulunan esas sermayenin tamamının salt çoğunluğunun bir arada bulunması gerektiğinin altını çizelim (YTTK md. 621/f-1).

III- YTTK’YA GÖRE AYRILMA AKÇESİ

ETTK’da ayrılan ortağın ayrılma payı açıkça düzenlenmemişti. Zira, ETTK’nın 551. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “Bir ortağın şirketten çıkması veya çıkarılması ancak esas sermayenin azaltılması hakkındaki hükümlere riayet şartıyla muteberdir. Şu kadar ki, ayrılan ortağın hakları, şirketin esas sermayesinin itibari miktarını geçen mallarından ödenir veya payı sermaye koyma borcunun yerine getirilmemesi hakkındaki hükümler gereğince paraya çevrilirse yahut başka bir ortak tarafından devralınırsa esas sermayenin azaltılması hakkındaki hükümlere riayet etmeye lüzum yoktur.” hükmü ile konuya dolaylı bir şekilde yaklaşılmaktaydı.

YTTK’da ise açıkça “Ortak şirketten ayrıldığı takdirde, esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini istem hakkını haizdir.” hükmüne yer verilmek suretiyle, bu konudaki kanun boşluğunu bir hüküm ile doldurarak hem tartışmalara son verilmesi hem de adalete uygun bir çözüm getirilmesi amaçlamıştır (YTTK md. 641/f-1). Ayrılma her çeşidi ile çıkma ve çıkarılma ile doğal çıkma hali olan ölümü de kapsar. Ayrılma, özellikle de çıkarma, el koyucu (müsadere edici) ve cezalandırıcı bir yaklaşıma olanak vermemelidir. YTTK’nın bu konudaki kuralı ayrılan ortağa esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesinin ödenmesidir. “Gerçek değerine uyan” ibaresini kanun tanımlamamıştır. Bu ibarenin yorumu öğreti ve yargı kararlarınca yapılacaktır, ancak ibarenin en azından “bilanço değeri”ni ifade ettiği şüphesizdir(6).

Öte yandan, 641. maddenin ikinci fıkrasında “Şirket sözleşmesinde öngörülen ayrılma hakkı dolayısıyla, şirket sözleşmeleri ayrılma akçesini farklı bir şekilde düzenleyebilirler.” denilerek, ayrılma hakkının şirket sözleşmesinde özel bir şekilde düzenlenmiş olması halinde, ortaklara ayrılma akçesini, şirket sözleşmesindeki düzenlemeye uygun olarak kanundan farklı bir şekilde düzenleme olanağı da verilmiştir. Ancak, söz konusu hüküm ortaklara keyfî, adalete tamamen ters ve müsadereye yakın bir düzenleme yapma hakkını vermemektedir. Serbesti genel hukuk ilkeleri ile sınırlandırılmıştır(7).

Buna karşılık, şirket sözleşmesinde bu hususun düzenlenmesinin ihtiyarî olduğunu belirtmekte fayda vardır. Yoksa, düzenleme mecburiyeti bulunmamaktadır. Diğer yandan, ayrılma akçesinin şirket sözleşmesinde düzenlenmemiş olması, ayrılan ortağın bu hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Şirket sözleşmesinde hüküm bulunmasa dahi, ayrılan ortak, esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini her zaman için şirketten talep edebilecektir.

IV- YTTK’YA GÖRE AYRILMA AKÇESİNİN ÖDENMESİ

ETTK, ayrılma akçesinin ne zaman muaccel olacağına ilişkin bir hüküm içermemekte idi(8). YTTK’nın 642. maddesinde bu husus açıkça düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasına göre, ayrılma akçesi;

a) Şirket kullanılabilir bir özkaynak üzerinde tasarruf ediyorsa,

b) Ayrılan kişinin esas sermaye payları devredilebiliyorsa,

c) Esas sermaye, ilgili hükümlere göre azaltılmışsa

ayrılma ile muaccel olur.

Bahsigeçen hüküm, ayrılan ortağa yapılacak ödemenin zamanlama yönünden şirkete ve alacaklılara zarar vermemesi, menfaatler dengesinin hakça kurulması gözetilerek düzenlenmiştir. Hukukun genel ilkeleri ayrılma akçesinin ayrılma ile muaccel olmasını gerekli kılar; nitekim anılan kural burada da hakim kılınmıştır. Ancak, bu kuralın işletilmesi, yukarıda belirtilen koşullarına bulunmasına bağlanmıştır. Zira, söz konusu kural, herşeyden önce şirketin “kullanabilir öz sermayesi” varsa uygulanır. Bu da somut olayın özelliklerine bağlıdır. “Kullanılabilir öz sermaye” şirketin serbest yani bir amaca bağlanmamış yedekleri ve zararları dikkate alınarak belirlenir. Ayrılma akçesinin muaccel olabilmesi için ortağın ayrılabilmesi gerekir. Ortak ayrılamıyorsa, ortaklar genel kurulu gerekli onayı vermemişlerse ayrılma akçesi de muaccel olmaz. Yine, ayrılma akçesi, şirket esas sermayesinin kanun hükümlerine uyularak azaltılması halinde muaccel olur(9).

Kanun, kullanılabilir özkaynak tutarının işlem denetçisi tarafından belirlenmesini şart koşmaktadır (YTTK md. 642/f-2). Bu şekilde tespit edilen özkaynak tutarı eğer ayrılma akçesinin ödenmesine yetmiyor ise, işlem denetçisi esas sermayeden ne tutarda indirim yapılması gerektiğini de belirler (YTTK md. 642/f-2). Bu miktar esas sermayenin azaltılması yolu ile serbest hâle gelir(10).

Diğer yandan, YTTK’da, ayrılma akçesinin ödenmeyen kısmı için ortağın menfaati ile şirketin menfaati arasında bir denge de kurulmaya çalışılmıştır. Bu amaçla, YTTK’nın 642. maddesinin üçüncü fıkrasında “Ayrılan ortağın ayrılma akçesinin ödenmeyen kısmı, şirkete karşı, bütün alacaklılardan sonra gelen bir alacak oluşturur. Bu husus yıllık raporda kullanılabilir özkaynak tutarının tespiti ile muaccel hâle gelir.” denilmiştir. Böylece, ortak bir alacak hakkı elde ederek, şirket ise faiz işlememesi ve öz sermaye belirleninceye kadar her hangi bir ödeme yükümü altına konulmayarak korunmuştur(11).

V- ÖZET VE SONUÇ

6102 sayılı YTTK’da “Şirket sözleşmesinde, bir ortağın genel kurul kararı ile şirketten çıkarılabileceği sebepler öngörülebilir” denilerek, bir ortağın şirketten çıkarılabileceği sebeplerin şirket sözleşmesinde öngörülmesine olanak tanınmıştır. Ortak, çıkarma kararına karşı, kararın noter aracılığıyla kendisine bildirilmesinden itibaren üç ay içinde iptal davası açabilir. YTTK, limited şirkete, sözleşme dışında da ortaklıktan çıkarma hakkı tanımıştır. Dolayısıyla, şirket sözleşmesinde hüküm bulunmasa yahut sözleşmede yer alan sebepler arasında yer almasa dahi, haklı bir sebebin ortaya çıkması durumunda, şirket ortaklıktan çıkarma davası açabilir.

Diğer yandan, ETTK’da ayrılan ortağın ayrılma payı açıkça düzenlenmemiş iken, YTTK’da açıkça “Ortak şirketten ayrıldığı takdirde, esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini istem hakkını haizdir.” hükmüne yer verilmek suretiyle, bu konudaki kanun boşluğu giderilmiştir.

Ayrılma çıkma ve çıkarılma ile doğal çıkma hali olan ölümü de kapsar. Yine, ETTK ayrılma akçesinin ne zaman muaccel olacağına ilişkin bir hüküm içermemekte iken, bu husus YTTK’da açıkça düzenlenmiştir. YTTK’ya göre ayrılma akçesi; “şirket kullanılabilir bir özkaynak üzerinde tasarruf ediyorsa, ayrılan kişinin esas sermaye payları devredilebiliyorsa, esas sermaye, ilgili hükümlere göre azaltılmışsa” ayrılma ile muaccel olur. YTTK, kullanılabilir özkaynak tutarının işlem denetçisi tarafından belirlenmesini şart koşmaktadır.

* Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Başmüfettişi

(●) Bu çalışmada belirtilen görüşler yazarına ait olup, çalıştığı Kurumu bağlamaz.

(1) Soner ALTAŞ, “Yeni Türk Ticaret Kanunu’na Göre Limited Şirket Ortaklığından Çıkma ve Çıkmaya Katılma”, Yaklaşım, Ağustos 2011, Sayı: 224

(2) 14.02.2011 tarih ve 27846 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(3) Çalışmamızda, karışıklığa sebebiyet vermemek için, 29.06.1956 tarih ve 6762 sayılı Kanun için Eski Türk Ticaret Kanunu manasında ETTK, 13.01.2011 tarih ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu için de Yeni Türk Ticaret Kanunu manasında YTTK kısaltmaları kullanılacaktır.

(4) Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu, Esas No:1/324, S.Sayısı: 96

(5) Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu, Esas No:1/324, S.Sayısı: 96

(6) Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu, Esas No:1/324, S.Sayısı: 96

(7) Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu, Esas No:1/324, S.Sayısı: 96

(8) ETTK’nın 551. maddesinin dördüncü fıkrasında “Bir ortağın şirketten çıkması veya çıkarılması ancak esas sermayenin azaltılması hakkındaki hükümlere riayet şartıyla muteberdir. Şu kadar ki, ayrılan ortağın hakları, şirketin esas sermayesinin itibari miktarını geçen mallarından ödenir veya payı sermaye koyma borcunun yerine getirilmemesi hakkındaki hükümler gereğince paraya çevrilirse yahut başka bir ortak tarafından devralınırsa esas sermayenin azaltılması hakkındaki hükümlere riayet etmeye lüzum yoktur.” hükmü yer almakta idi. Ancak, anılan hükümden ayrılma akçesinin ne zaman muaccel olacağı anlaşılamadığı gibi şirketin ayrılan ortağa ayrılma akçesi verip vermeyeceği dahi açıkça anlaşılamıyordu.

(9) Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu, Esas No:1/324, S.Sayısı: 96

(10) Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu, Esas No:1/324, S.Sayısı: 96

(11) Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu, Esas No:1/324, S.Sayısı: 96

 

Yazar:Soner ALTAŞ*
Yaklaşım / Eylül 2011 / Sayı: 225

Başlıklı Makalenin Tüm Yasal Hakları
Yazarı: Soner ALTAŞ / (Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Başmüfettişi) ne ait olup Yaklaşım Dergisi Eylül 2011 Sayı 225 de yayınlanmıştır.

KAYNAK : http://www.huseyinust.com/Thread-YENI-TURK-TICARET-KANUNU%E2%80%99NA-GORE-LIMITED-SIRKET-ORTAKLIGINDAN-CIKARILMA-VE-AYRILMA-AK

MATRAH ARTIRIMI YAPAN MÜKELLEF İÇİN İHBARCIYA İKRAMİYE ÖDENMEYECEĞİ


.


.


.


.


MATRAH ARTIRIMI YAPAN MÜKELLEF İÇİN İHBARCIYA İKRAMİYE ÖDENMEYECEĞİ


 

.

Maliye Bakanlığı Özelgesi
Tarih : 30.06.2011

Sayı : B.07.1.GİB.0.24.15-667-01[35-3922]-065413

MATRAH ARTIRIMI YAPAN MÜKELLEF İÇİN İHBARCIYA İKRAMİYE ÖDENMEYECEĞİ


Matrah artırımı yapan mükellef için vergi incelemesi ve vergi ve ceza tarhiyatı yapılamayacağından 1905 sayılı Kanun’un 6. maddesi uyarınca ihbarcıya ihbar ikramiyesi ödenmesi mümkün bulunmamaktadır.

İlgili dilekçenize istinaden yapılacak inceleme neticesinde tarhiyatı öngörülen vergi ve cezalara ilişkin olarak 1905 sayılı Kanun kapsamında ihbar tazminatı talep etmektesiniz.

Bilindiği üzere, 1905 sayılı Kanun’a göre ihbar ikramiyesi ödenebilmesi için idarenin bilgisi dışında kalan bir verginin ihbar edilmesi ve bunun muhbir tarafından sunulan somut delillere dayanılarak düzenlenen vergi inceleme raporu ile ortaya çıkarılması gerekmektedir.

Başkanlığımız vergi denetmenleri tarafından yapılan denetim sonucunda düzenlenen raporda; “... Meyve Sebze Gıda Mad. Tur. San. Tic. Ltd. Şti. 6111 sayılı Kanun’un 6/1 ve 3 ile 7/1. maddeleri gereğince matrah artırımında bulunduğundan, söz konusu Kanun gereği bu yıllara ilişkin vergi incelemesi ve başka bir tarhiyat yapılamayacağı” belirtilmiştir.

Bu nedenle, ihbarınız ile ilgili olarak vergi ve ceza tarhiyatı yapılamayacağından 1905 sayılı Kanun’un 6. maddesi uyarınca tarafınıza ihbar ikramiyesi ödenmesi mümkün bulunmamaktadır.

ESNAF, İŞVEREN, MÜDÜR, YÖNETİCİ ORTAK VE MUHASEBECİLERİN BİLMESİ UYGULAMASI GEREKEN KURALLAR.

ESNAF, İŞVEREN, MÜDÜR, YÖNETİCİ ORTAK VE MUHASEBECİLERİN BİLMESİ UYGULAMASI GEREKEN KURALLAR.

- Mal, Gider ve Hizmet alışlarınızda mutlaka fatura vb.belgelerinizi alınız. Size ulaşan fatura gerçeği yansıtmıyorsa 8.gün içinde itiraz ediniz.

 

- Fatura bedellerini mutlaka çek-havale yöntemi ile ödeyiniz. Havale açıklamasını fatura numarasını yazınız. Çek üzerine vergi nosuna yazınız.

 

- Fatura bedeli 8.000 tl. ve üzeri ise mutlaka banka (çek-havale) kanalıyla ödeyiniz. Yoksa en az 1.400 tl. ceza yersiniz.

 

- Faturanın üzerindeki bilgiler kime ait ise (alıcı-satıcı) havaleyi gönderen ve alan aynı kişi-kurumlar olması gerekmektedir.

 

 

 

 

- İşyeri kiralarınızı mutlaka mal sahibinin banka hesabına yatırınız. Dekontunu saklayınız. Yoksa Maliye her ay için size ve mal sahibine ceza keser.

 

- Önce ödeme yaptıktan sonra hizmet ve mal alıyorsanız mutlaka faturanın gelip gelmediğini kontrol ediniz.

 

- Kredi Kartı ile yapılan satışlarda mutlaka yazarkasadaki kredi butonu basılmalı, fatura düzenleniyorsa kredi kartı bilgileri yazılmalıdır.

 

- Sahte belge (Naylon Fatura) kullanmak 18-36 ay arası ağır hapis, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanmak 6-36 aya kadar hapis cezasıdır. (Kdv İndirimi reddedilir, 3 kat vergi ziya cezası uygulanır ve uzlaşma konusu yapılamaz)

 

- Sahte belge konusunda sıkıntı yaşamamak için, ödemelerinizi havale veya çek ile yapınız.

 

- Vergi, Sgk ödemelerinizi düzenli ödeyiniz, Hem devlet teşviklerinden faydalanınız, hem de devletin banka hesaplarınızı haciz etmesine izin vermeyiniz.

 

- Sosyal Güvenlik Kurumuna borcu olmayanların işçi sigorta primleri % 5 indirimli olarak gönderilmesine dikkat ediniz.

 

- Sgk kurumunuza borcunuz yok ise yeni işçi artışlarınızda teşvik söz konusu, (Sigortasız işçi çalıştırdığınız tesbit edilirse teşvik olmaz.)

 

- Defterlerinizi ve diğer belgelerinizi Vergi Kanunundan dolayı 5 yıl, Sigorta ve Türk Ticaret kanununları gereğince 10 yıl saklayınız.

 

- İşe alacağınız işçinin tüm belgelerini ( Kimlik, ikametgah, sağlık raporu, sözleşme, asgari geçim indirim formu gibi) isteyiniz.

 

- İşçiyi işe başlatmadan en az bir gün önce sigorta girişini yaptırınız, İşe giriş evrağını dosyasında muhafaza ediniz.

 

- İşçinin işyerinde ayrılması, istifa etmesi, çıkarılması durumlarında en çok 10 gün içinde sigortadan çıkışını yaptırnız. İbraname alınız.

 

- Bağkur primi ödeyenlerinde rapor parası alabildiklerini unutmayınız. Sizlerde rahatsızlandığınızda işçiniz gibi rapor alınız.

 

- Bağkur primlerinizi ödememeniz sonucu sağlık hizmetlerinden faydalanamazsınız, ancak sağlık yardımı almasanızda emeklilik-sağlık primlerini ve gecikme zammı ödersiniz.

 

- İşyerinizde 10.kişi ve daha fazla işçiniz var ise maaş ödemelerini yasa gereği bankaya yatırmak zorundasınız, Daha az olsa bile yatırabilirsiniz. Bordro imzalatmanıza gerek kalmaz.

 

- İşçilerinizin maaşlarını bankaya yatırması yasa gereği olmayanlarda mutlaka her ay bordroları imzalatıp muhafaza etmek zorundalar. İleride işçilerin maaş ve haklarını istememeleri için,

 

- Çalıştırdığınız işçilerin işyerinizde bir yılını doldurmasından sonra, yıllık ücretli izinlerini kullandırınız. Yıllık iznimi kullandım diye dilekçelerini imzalatınız.

 

- Çalıştırdığınız işçileriniz rahatsızlıklarından dolayı rapor almalarını durumlarında raporlarını en çok 10 gün içinde sigortaya bildirimin yaptırınız.

 

- Şirketler ve Bilanço Defteri tutan mükelleflerin her ay Vergi Dairesine Form BA ve BS adında bir ay içindeki toplam 5.000 Tl.yi geçen alış-satış faturalarının adet ve tutarları bildirilmektedir. Bu nedenden dolayı faturalarınızın mutlaka zamanında gelip-gitmelerini sağlayınız, cezalı duruma düşmeyiniz.

 

- Her ticari işletme basit usuller hariç her ay KDV beyannamesi vermek zorundadır. Gelir-Gider belgelerinizi her ayın en geç 23.gününe kadar muhasebeye kaydettiriniz.

 

- Her üç ayda bir Geçici Vergi (Kazanç-Kar) Beyannamesi verilmek zorundadır. Verilmesini sağlayınız, ödemesini ödemeyi unutmaynız.

 

- Her üç ayda bir Muhtasar (İşçi-Kira-Serbest Meslek) Beyannamesi verilmek zorundadır. Verilmesini sağlayınız, ödemesini ödemeyi unutmaynız.

 

- Her yıl Gelir-Kurumlar Vergisi Beyannamesi verilmesi gerekmektedir. Beyannamenizi verdiriniz, Ödemesini yapınız, Vergi Levhanızı tasdik ettiriniz.

 

- İşyerinizde Vergi Levhası, İşçi Hizmet Listesi, Açma Ruhsatı, Yazarkasa Levhası, KDV Dahildir Levhasıları asılı olmak zorundadır.

 

- İşe başlamayı 10 gün, adres değişikliğini 30 gün, işyeri kapatlarını 30 gün ve diğer değişikliklerinizi bildirmeyi unutmayınız.

 

- Mutlaka ne zaman emekli olacağınızı hesaplattırınız, o doğrultuda primlerinizi ödeyiniz-ödettiriniz emekliliğinizi zamanında yaşayınız.

 

- Sigortasız işçi çalıştırmayınız, Sigortasız işçi çalıştırmak sonucu resmi kurum tarafından tesbit edilirseniz, teşviklerden 1 yıl faydalanamazsınız ve ciddi cezalar ödersiniz.

 

- Muhasebe ücretlerinizi zamanında ödeyiniz, ücretinizi ödememenizden dolayı vergi-sigorta bildirim işleriniz yapılmaz, ciddi cezalarla muhatap olursunuz. Hizmetin Bedelini ödeyiniz.

 

- Vergi-Sigorta ve diğer ödemelerinizi mutlaka kendiniz takip ediniz. Hiç kimseye emanet para teslim etmeyiniz. Ödemelerinizin tamamını Bankalardan yapabilirsiniz. Madur olmazsınız.

 

- İşini takip etmeyen, sözünde durmayan, ödemesini ödemeyen, dürüst davranmayan, prensipli olmayan, problemli olan, sizi madur eden kişi ve kurumlarla asla çalışmayınız.

 

- Sözleşme yapmadan iş almayınız, iş vermeyiniz, sözleşmeleri mutlaka dikkatlice okuyunuz, kabul etmeyeceğiniz maddelerin altına imza atmayınız. Sözleşme şartlarını uyunuz.

 

- Bir sıkıntı veya probleminizin olması halinde dikkatlice araştırınız, sorunuz, fikir alınız, uzman kişilerle diyaloğa geçiniz, araştırmaları bitirdikten sonra karar veriniz. Acele etmeyiniz.

 

- Muhasebe-Mali Müşavirlik konusunda hizmet alacağınız zaman kişi veya kurumun ruhsatlı bir meslektaş olup olmadığını dikkat ediniz. Aksi halde problemlerle karşılaşırsınız.

 

- Bir işyeri açacağınız zaman işlemlerinizi mutlaka ruhsatlı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ofislerinizi yaptırınız. Asla kendiniz yapmayı düşünmeyiniz. Cezalar ücretlerden fazladır.

 

- İşlerinizle ilgili bir karar vereceğinizde, yeni bir işe gireceğinizde, sorun ve problemlerinizde mutlaka Muhasebeciniz veya Mali Müşavirinizden bilgi alın, bilgilendirin.

 

- Vergi-Sigorta konusu bilgi-tecrübe-eğitim-uzmanlık gerektiren bir iştir. Bir kişi herşeyi bilemez. Lütfen ağır cezalara çaptırılmamak için ruhsatlı-belgeli kişilerle çalışınız.

 

- Raporlu işçilerinizi asla çalıştırmayınız, işyerinde gerekli güvenlik önlemlerini alınız,

 

- Bir şirketten hisse alacağınız taktirde unutmayınız ki hem şirketin eski borçlarından hemde yeni borçlarından dolayı müşterek eski ortakla beraber sorumlusunuz.

 

- Şirkete ortak olmanız demek, İşyerinin vergi kaydınının sizin adınıza olması demek, her türlü resmi kurum ve kişilere karşı tam sorumluluk demektir. Borç ve alacaklardan sorumluluktur.

 

- Şirket ortaklığınızın ve bağkur kaydınızın son bulabilmesi için hissenin noterden satılıp, ticaret odasından tescil edilerek ticaret sicil gazetesinde yayınlanması zorunludur.

 

- Tahsilatta zaman aşımı uygulanmaktadır. Resmi kurumlar alacaklarını zaman aşımına uğramamaları konusunda her türlü işlemleri yapmaktadırlar.

 

- Faturalarınızın sürekli kontrolünü yapınız, Boş ciltlerinizin sayı ve sayfalarını kontrol ediniz. Düzenlenen faturaları kaydettiriniz, beyannamelerini verdiriniz.

 

- Defterlerinizin talep edildiğinde ibraz edilmemesi, hapis cezasını gerektiren bir suç oluşturmaktadır. Defterlerin saklama yükümlülüğü işverene aittir. Muhafazasından emin olun.

 

- Defterlerinizin düzenli olarak yazdırılması gerekmektedir. Defterlerinizin yazdırılmış olduğundan emin olun, inceleme elemanları yazdırılmadığını tesbit ederse indirilen kdv'ler reddedilir.

 

- Mal veya hizmet aldığınız firmaların vergi veya başka borçlarından dolayı size haciz yazısı gelirse 7 gün içinde mutlaka Muhasebeciniz ve Avukatınız yardımıyla cevap veriniz.

 

- Çalıştırdığınız işçinin borçlarından dolayı maaşı üzerine haciz yazısı gelirse mutlaka 7 gün içinde mutlaka Muhasebeciniz ve Avukatınız yardımıyla cevap veriniz.

 

- İşyerinizle ilgili olarak verilmiş süreli ruhsatlarınızın sürelerini kontrol ediniz, süreli evraklarınızın sürelerini kontrol ediniz. Bu tür işler için süre tablosu oluşturunuz.

 

- Yaptığınız işlerden dolayı ruhsat alınıp alınmayacağını kontrol ediniz, ruhsatlarınızı süresinde alınız.

 

- Çalıştırdığınız işçileri Jandara'ya veya Emniyete kimlik bildirimlerin yapınız, İşe giriş tarihleri, sigorta giriş tarihleri ile tutarlı olmak zorundadır.

 

- Artık Bankalar, Milli Eğitim, Emniyet, Vergi Dairesi vb.kurum kuruluş iş ve hizmet verdiği müşterilerin bilgilerini sosyal güvenlik kurumunu bildirdiğini unutmamalıyız.

 

- İşyerinizin, araçlarınızın Sigorta ve Kaskolarını yaptırınız, hem zararlardan hem de fazla vergi ödemekten kurtulunuz. Bu giderleriniz gelirlerinizden düşülmektedir.

 

- Bilgi ve internet çağında olduğumuzdan dolayı mutlaka bilgisayar kullanmayı bilmeliyiz, öğrenmeliyiz.

 

- Kredi Kartı ile yaptığınız satışları ve tahsilatları artık Bankanız düzenli olarak her ayın 7.günü Vergi Dairesinin bildirdiğini hatırlatırız.

 

- İşiniz İmalat ise mutlaka kapasite raporu alınız, sanayi sicil belgesi alınız ve elektrik faturanızı % 27 düşürünüz. Sanayi tarifesinden fatura ödeyiniz.

 

- Marka ve patentlerinizi alınız, internet sitenizi yaptırnız, teknoloji çağında geride kalmayınız.

 

- Artık imalatçılar gibi diğer ticari işletmelerde kosgeb'e kayıt olarak desteklerden faydalanmaktadırlar, kosgeb'e kayıt olunuz, desteklerden faydalanınız.

 

- Ödenmeyen Sigorta Primleri gider yazılamaz ve verginiz daha çok çıkar, bu duruma düşmemek için sigorta primlerinizi ödeyiniz.

 

- İş kanununa göre işçiyi deneme süresi iki aydır. Bu deneme süresinde de sigortalı olmak zorundadır.

 

- İşçi işyerinde iş kazası geçirmesi halinde ilgili kuruma takip eden 2 iş gün içinde bilgi verilmek zorundadır.

 

KAYNAK : http://www.salihsimsek.com/yazilarimiz/134-muhasebe-uygulamasi-bilinmesi-gereken-kurallar-esnaf-isveren-mueduer-yonetici-muhasebeci-uygulamasi-gereken-kurallar-.html

İşe giriş bildirgesi verme süresi

 

 


.


.


İşe giriş bildirgesi verme süresi
.


.

.

.

.

Bilindiği üzere, iş sözleşmesiyle bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılan 4/a sigortalılarının sigorta hak ve yükümlülükleri çalışmaya başladıkları tarihten itibaren başlar. (Bkz.5510 s.K.m.4/1-a). Bu nedenle işverenler, 4/a sigortalılarını, yani işçilerini çalışmaya başladıkları tarihten önce, sigortalı işe giriş bildirgesi ile SGK'na bildirmekle yükümlüdürler. Ancak 4/a sigortalılarını, yani işçileri çalışmaya başlamadan önce işe giriş bildirgesi ile Kuruma bildirilmeleri esas olmakla birlikte, belirli işkollarında çalıştırılan sigortalıların Kuruma bildirilme sürelerinde bazı istisnalar sözkonusudur.

Bu istisnaları ele alacak olursak, örneğin inşaat işyerlerinde iş sözleşmesi ile işe başlatılacak sigortalıların işe giriş bildirgeleri çalışmaya başlatıldıkları gün verilebilmektedir. Diğer bir istisna ise Kuruma ilk defa işyeri bildirgesi verilecek işyerleri içindir. Kuruma ilk defa işyeri bildirgesi verilecek işyerlerinde, ilk defa sigortalı çalıştırmaya başlanılan tarihten itibaren bir ay içinde çalışmaya başlayan sigortalılar için, çalışmaya başladıkları tarihten itibaren en geç sözkonusu bir aylık sürenin dolduğu tarihe kadar verilen işe giriş bildirgeleri yasal süresi içinde verilmiş sayılmaktadır. Hemen belirtmeliyiz ki, ilk işyerindeki çalışmasına ait sigortalı işe giriş bildirgesi süresinde Kuruma verilerek, tescil işlemi yapılmış olan sigortalının, naklen ve iş sözleşmesi işlemi sona ermeden aynı işverenin aynı ya da başka bir ünitede tescil edilmiş diğer işyerinde çalışmaya başlaması halinde yasal süresi dışında yapılan bildirimler de süresinde yapılmış sayılmaktadır.

Burada hemen belirtmeliyiz ki, 5510 sayılı Kanuna göre sigortalı işe giriş bildirgelerinin verilmesi gereken son günün hafta tatili ya da resmi tatile rastlaması halinde sigortalı işe giriş bildirgesi, tatili takip eden ilk işgünü içerisinde verilebilmektedir.

Örneğin dün, yani 28 Ağustos 2011 tarihinde işe alınan ve aynı gün işe başlayan sigortalının işe giriş bildirgesinin en geç bir gün öncesi olan 27 Ağustos 2011 tarihinde verilmesi gerekirken, 27 Ağustos 2011 tarihinin SGK yönünden hafta tatiline (cumartesi günü) rastlaması nedeniyle işe giriş bildirgesi, tatili takip eden ilk işgünü olan bugün, yani 29 Ağustos 2011 pazartesi günü verilebilmektedir. Cumartesi günü işe alınan işçiler için işe giriş bildirgelerinin en geç bir gün öncesi olan Cuma günü verilmesi gerekir. Zira işçinin işe alındığı gün her ne kadar tatil gününe rastlamış olsa da bildirgenin verilmesi gereken son gün olan Cuma günü tatile rastlamamaktadır. O halde belirtelim ki, Pazar günü ve pazartesi günü işe alınan işçilerin işe giriş bildirgeleri, SGK'na pazartesi günü saat 23.59'a kadar verilebilmektedir.

Bir işgününün Bakanlar Kurulu tarafından idari izin günü sayılması, o işgünün resmi ya da genel tatil günü olduğu anlamına gelmemektedir. İdari izin günlerinde memurların bir bölümü çalışmakta, vergi daireleri, SGK, Belediye vb kamu kurumlarının vezneleri açık tutularak tahsilât yapılmaktadırlar. Ayrıca bugünlerde bankalar da açıktırlar. 29 Ağustos 2011 tarihi Ramazan Bayramının arife gününe rastlamakta olup bu gün, tam gün genel/resmi tatil değildir. Saat 13.00'e kadar işgünüdür. Bu sürede sadece bir kısım devlet memurları idari izinli sayılmıştır. Aynı şekilde 2 Eylül 2011 tarihi de resmi tatil olmayıp bir kısım devlet memurları idari izinli sayılmıştır. Dolayısıyla işe giriş bildirgesi verme açısından 29 Ağustos 2011 tarihi ile aynı şekilde 2 Eylül 2011 tarihinin diğer günlerden farkı bulunmamaktadır.

İdarî izin ve Ramazan Bayramı tatili döneminde işe alınanların işe giriş bildirgelerinin verilme süreleri aşağıda belirtilmektedir:

27 Ağustos 2011 Cumartesi günü işe alınmış olanlar, 26 Ağustos 2011 Cuma işe giriş bildirgesiyle bildirilmeliydi.

28 Ağustos 2011 Pazar günü işe alınmış olanlar, 29 Ağustos 2011 Pazartesi günü işe giriş bildirgesiyle bildirilmelidir.

29 Ağustos 2011 Pazartesi günü işe alınacak olanlar, 29 Ağustos 2011 Pazartesi günü işe giriş bildirgesiyle bildirilmelidir.

30 Ağustos 2011 Salı günü işe alınacak olanlar, 2 Eylül 2011 Cuma günü işe giriş bildirgesiyle bildirilmelidir.

31 Ağustos 2011 Çarşamba günü işe alınacak olanlar, 2 Eylül 2011 Cuma günü işe giriş bildirgesiyle bildirilmelidir.

1 Eylül 2011/Perşembe günü işe alınacak olanlar, 2 Eylül 2011 Cuma günü işe giriş bildirgesiyle bildirilmelidir.

2 Eylül 2011/Cuma günü işe alınacak olanlar, 2 Eylül 2011 Cuma günü işe giriş bildirgesiyle bildirilmelidir.

3 Eylül 2011/Cumartesi günü işe alınacak olanlar, 2 Eylül 2011/Cuma günü işe giriş bildirgesiyle bildirilmelidir.

4 Eylül 2011/Pazar günü işe alınacak olanlar, 5 Eylül 2011/Pazartesi günü işe giriş bildirgesiyle bildirilmelidir.

5 Eylül 2011/Pazartesi günü işe alınacak olanlar, 5 Eylül 2011/Pazartesi günü işe giriş bildirgesiyle bildirilmelidir.

İşe giriş bildirgesi verme yükümlülüğünü yasal süresi içinde yerine getirmeyen işverenlere her bir sigortalı için bir asgari ücret tutarında (İPC) idari para cezası (5510 s.K.m.102/1-a) uygulanmaktadır.

Kaynak: Yeni Şafak / Tahsin Sınav

Maliye, vergi cezasında tekerrür uygulamasını yumuşattı

 


.


.


Maliye, vergi cezasında tekerrür uygulamasını yumuşattı


.

.

 

.

Toplum düzeninin yerleşmesi ve karmaşa oluşmaması için kurallar tesis eden devletler, bunlara uymayanlara cezalar öngörerek kurallarının uygulama alanını genişletmek ister.

Cezalar her ne kadar caydırıcı seviyede yüksek olsa da bazı durumlarda muhatap kitlenin bundan etkilenmediği müşahede edilir. Bu gibi durumlarda caydırıcılığın tesis edilmesi adına tekerrür sebebiyle cezanın katlanarak uygulanması yoluna gidilir. Tekerrür, kelime olarak; yinelenme, tekrarlanma anlamını taşır. Bir hukuk terimi olarak tekerrür ise bir kimsenin işlediği bir suçtan hüküm giymesinden sonra, belirli bir süre içerisinde yeni bir suç işlemesidir.

Vergi Usul Kanunu'ndaki kurallara uymamaktan dolayı kesilecek cezalar da ağır müeyyideler içeriyor. Bununla beraber mükelleflerin vergi kaybına sebep olacak işlemlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmemeleri için bu cezaların ikinci kez uygulanmasında tekerrür hükmü uygulanıyor. Tekerrür hükmü ve uygulaması teorik planda mantıklı ve gerekli gibi görünmekle beraber, uygulamada farklı şekillerde karşılaşılan komplikasyonlar mükelleflerin mağduriyetine sebep olabiliyor. Maliye de bu konudaki sıkıntıya bir nebze olsa da son vermek için yorumunu değiştirdi. Mahkemelerde peş peşe gelen kararlar doğrultusunda çıkarılan sirkülere göre, tekerrür hükmünün uygulanabilmesi için kesinleşen cezanın daha sonra tekerrür hükmüne istinaden katlamalı olarak kesilecek cezadan önce yapılmış olması gerekiyor.

Vergi cezalarında tekerrürün meydana gelmesi için kesilen vergi ziyaı veya usulsüzlük ce­zasının kesinleşmesinden sonra tekrar ceza kesil­mesini gerektirir bir suç işlenmesi yeterli. Vergi Usul Kanunu'na göre vergi ziyaına sebebiyet vermekten veya usulsüzlükten dolayı ceza kesilen veya cezası kesinleşenlere, cezanın kesinleştiği tarihi takip eden yılın başından başlamak üzere vergi ziyaında beş, usulsüzlükte iki yıl içinde tekrar ceza kesilmesi halinde vergi ziyaı cezası yüzde elli, usulsüzlük cezası yüzde yirmibeş artırılmak suretiyle uygulanıyor. Buna göre tekerrür hükmünün uygulanabilmesi için bazı şartların gerçekleşmesi gerekiyor.

Öncelikle kesilen ceza, vergi ziyaı ya da usulsüzlük cezası olmalı. Diğer bir ifadeyle özel usulsüzlük cezalarına tekerrür hükmü uygulanmıyor. Ayrıca tekerrürün tam manasıyla uygulanması için önceden kesilen cezanın kesinleşmesi gerekir. Cezaların kesinleşmesi için de dava açma süresi içinde dava yoluna gidilmemesi, açılan dava varsa kaybedilmesi, kesilen ceza için Vergi Usul Kanunu'nun 376. maddesi uyarınca cezada indirim talebinde bulunulması ve ödeme yapılması, uzlaşma talebinde bulunulması ve uzlaşmanın vuku bulması hallerinden biri gerçekleşmeli. Bu durumlar olmadan yani ceza kesinleşmeden tekerrür hükmü uygulanamıyor.

Bütün bunlara ilaveten tekerrürün oluşması için cezanın kesinleştiği tarihi takip eden yılın başından başlayarak vergi ziyaında beş, usulsüzlükte iki yıl içinde tekrar aynı cezayı gerektiren bir fiil işlenmeli. Süreler geçtikten sonra bu fiiller uygulansa bile tekerrür hükmü geçerli olmaz. Bu süreler geçtikten sonra tekrar ceza kesilmesi halinde; vergi ziyaı cezası yüzde 50, usulsüzlük cezası yüzde 25 oranında artırılmak suretiyle uygulanıyor. Tekerrür hükümlerinin uygulanması için ilk ceza ile takip eden cezaların aynı türden olması gerekiyor. Önceki kesilmiş cezanın tahsil edilmiş olup olmamasının tekerrür uygulaması açısından önemi yok. Cezanın kesilip kesinleşmiş olması, tekerrür uygulanması için yeterli.

Uygulamada karşılaşılan adaletsizlikler

Tekerrür uygulaması, bazı durumlarda cezanın orantısız artmasına sebep olabiliyor. Bu yüzden tekerrür sebebiyle ceza artırımı uygulaması cezanın caydırıcılığı bakımından haklı görünmekle birlikte, çoğu zaman vergi adaleti yönünden beklenmeyen sonuçlara yol açılabiliyor. Mükellefler, ilk cezalarının düşük ancak ikinci cezalarının çok yüksek olduğu durumlarda ağır bir fatura ödemek zorunda kalıyor.

Mesela mükellef A'nın birinci vergi ziyaı cezası 100 lira, ikinci vergi ziyaı cezası 50.000 lira ise tekerrür hükmünün de etkisiyle ödeyeceği toplam ceza (100 + 50.000 + 25.000=) 75.100 lira olacaktır. Kendisine farklı sıralama ile aynı tutarda ceza kesilen başka bir mükellef ise çok daha düşük ceza ödeyerek kurtulabilir. Mükellef B'nin birinci vergi ziyaı cezası 50.000 lira, ikinci vergi ziyaı cezası 100 lira ise ödeyeceği toplam ceza (50.000 + 100 + 50=) 40.150 lira olacaktır.

İlk cezanın kesinleşmesinden sonra bu dönemden önceki dönemlere ait bir ceza kesilmesi halinde tekerrürün meydana gelip gelme­yeceği de tartışmalı bir konuydu. Şimdiye kadarki uygulamalarda Maliye, tekerrürden dolayı artırılarak uygulanacak olan cezayı gerektiren fiilin, daha önce kesilen cezaya ilişkin olayın yaşandığı tarihten önceki veya sonraki bir tarihte işlenmiş olmasının sonucu değiştirmeyeceğini iddia ediyordu. Ancak mahkemelerce verilen kararlar bu hükmün uygulanması için, tekerrür hükmüne esas alınacak fiilin, daha önce kesilmiş ve kesinleşmiş cezadan sonra işlenmiş olması gerektiğine hükmediyor. Ayrıca Anayasa Mahkemesi de bu yönde bir karar alınca Maliye görüşünü değiştirmek zorunda kaldı. Yapılan açıklamada bundan böyle, bir vergi cezasının tekerrür hükmü sebebiyle artırımlı uygulanabilmesi için tekerrüre esas alınacak sonraki fiilin herhalde daha önce işlenmiş bir fiil için kesilen cezanın kesinleşme tarihinden sonraki bir tarihte işlenmiş olması gerektiği ifade edildi. Konu ile ilgili verilen örnek aynen şöyle:

Gelir Vergisi mükellefi olan Bay (A), 2009'a ilişkin beyannamesini kanunî süresinde vermemiş, takdir komisyonuna sevk işlemi sonrasında 1.000 lira tutarında vergi ziyaına sebep olduğu tespit edilmiştir. Bunun üzerine, vergi dairesince 1.000 lira tutarında kesilen vergi ziyaı cezası 1 Eylül 2010 tarihinde vergi/ceza ihbarnamesi ile mükellefe tebliğ edilmiştir. Bay (A) tarafından kanunî süresi içerisinde uzlaşma, dava açma ve cezada indirim haklarının hiçbiri kullanılmamış ve ceza 1 Ekim 2010'da kesinleşmiştir. Bay (A)'nın 2008 yılına ilişkin Gelir Vergisi beyannamesini süresinde vermesine rağmen matrahı düşük gösterdiği için verginin 500 lira eksik tahakkuk ettirilmesine ve bu suretle vergi ziyaına neden olduğu, vergi incelemesi sonucu 2 Mayıs 2011 tarihinde tespit edilmiştir. Buna göre, daha evvel kesinleşmiş bir ceza bulunsa da, kesinleşmiş bu ceza daha sonra işlenmiş bir fiil sebebiyle kesilmiş olduğundan 2011 yılında kesilecek ceza, artırıma gidilmeksizin uygulanacaktır.

Temmuz Form Ba-Bs süresi uzatıldı

Gelir İdaresi, normalde 31 Ağustos'ta verilmesi gereken, son günün bayram gününe denk gelmesi sebebiyle süresi 2 Eylül'e uzayan Temmuz 2011 Form Ba-Bs bildirimlerinin verilme süresini 7 Eylül 2011 tarihi saat 24.00'e kadar uzattı.

Kaynak: Zaman Gazetesi  / Ahmet Yavuz

Blog Arşivi